Günlük hayatımızda ruhsal durumumuzun birçok şeyden etkilenerek bizi zihinsel olarak süreçten sürece taşıdığını biliyoruz. Bu durum çevremizle sürekli etkileşim halinde olmamız sebebiyle kaçınılmazdır. Çevremizde bizi etkileyen etmenlere kısaca değinecek olursak; gün boyu iletişim kurduğumuz insanlar, yolda yürürken severek veya ürkerek baktığımız hayvanlar, akşam eve gittiğimizde açtığımız ana haber bültenleri, bir bölümünü dahi kaçırmadığımız haftalık diziler, işlerimizi rahatça yapabilmek için çocuğumuzu televizyon karşısına oturtup onu baş başa bıraktığımız çizgi filmler, okuduğumuz gazeteler (özellikle 3. sayfaları), çoğu zaman tek dostumuz olan, yolculuklarımızın ve boş zamanlarımızın en iyi arkadaşları romanlar…
“Bir gün bir kitap okudum, bütün hayatım değişti.” sözünü hepimiz mutlaka duymuşuzdur. Romanlar gerçekten de hayatımızda bazen dönüm noktası oluşturacak kadar önem arz eder. Asla aklınızdan geçmeyen fikirler, ütopik düşünceler bir romanı okuduktan sonra beyninizdeki yerini alabiliyor. Peki, bu romanlar gerçekten göründükleri kadar masumlar mı? Hedefleri bizlere “okuduğumuzu anlama, yorumlayabilme, hızlı okuyabilme gibi yetenekleri kazandırmak” kadar basit mi? İşte bu yazımda bu tür sorulara yer vererek cevaplarını aradım.
Okuduğumuz romanlar bizleri zannettiğimizden çok daha fazla etkiliyor. Bazen romandaki karakterleri çok fazla benimseyerek onları gerçekmiş gibi hayal ediyoruz. Sayfalar arasında başına gelmeyen kalmamış realist bir başkaraktere rastladığımızda, onunla birlikte gözyaşı dökebiliyoruz. Aynı karakter romanın sonunda beyaz atlı prensine kavuşursa o gün bizden mutlusunu bulmakta zorluk çekebiliyoruz. Karakterler arasında komik bir diyalog geçtiğinde kahkaha atmamak için kendimizi zor tuttuğumuz anlar oluyor. Mesela kendimizi bir polisiye romanı okurken hayal edelim: “Seri katil, kanlı testere elinde kapının arkasındaki yerini almıştı. Sıradaki maktulün önceki öldürdüklerinden daha zorlu biri olacağını tahmin ediyordu. Çünkü kafasını kestiği diğer insanlar kadınlardan oluşuyordu. Onları katlettiği sıralarda zorlandığı tek şey koluna aldığı derin diş izleriydi. Fakat bu sefer kapıdan girecek kişi yaklaşan öksürük seslerinden anlaşıldığı üzere erkekti. Katil önce kafasında komplo teorisini canlandırdı. Adam eğer iri cüsseliyse yapabileceği tek şey önce adamı bayıltmak olacaktı. Bunun içinse pantolonunun alt yan cebinin içinde mutlaka bulundurduğu bayıltıcı spreyi kullanacaktı. Ayak sesleri yavaş yavaş yaklaşırken katil de soluk soluğa kalmıştı. Ve o an geldi, adam kapının koluna elini attı. İçeriye girmek için ilk adımını atar atmaz katil bayıltıcı spreyi sıktı. Sprey tutukluk ediyordu! Tıkırtıları duyan adam hemen kafasını kapının arkasına çevirdi. Aynı anda testerenin boğazına doğru yöneldiğini fark etti. O an yapabileceği en tehlikesiz şey olarak ayağını kullanmayı seçti ve katile tekme attı. Tekme katilin testereyi tuttuğu elinin aksine spreyi tuttuğu eline denk geldi. Elinden fırlayan spreyi tutmaya çalışan katil, yanlışlıkla yüzüne doğru spreyi sıktı. Kendine hâkim olamıyordu, afallamaya başlamıştı. Bundan yararlanmak isteyen adam hemen elini testereye attı. O anda hızlıca testereyi kendine çeken katil, adamın sol elini kopardı. Adam çığlık atıyordu. Katil ise bayılmadan önceki son dakikalarını yaşıyordu. Adam sol bileğindeki dayanılmaz acının karşısında şok geçirmekte. Gözleri kapanan katilin elinden testereyi son bir güçle sağ eline aldı. Tüm kuvvetiyle katilin kafasını kopardı. Yere düşen sol elini de sağ eline alarak oradan hızlıca uzaklaştı.”
Etkileyici değil mi? Bu kısa olay örgüsü yayınlanmış bir roman içerisinde geçseydi okuyucu yaş sınırlaması kaç olurdu? Hiç olurdu. Ne yazık ki ülkemizde böyle bir uygulama bulunmuyor. Herhangi bir kitapçıya gittiğinizde kapağı hoşunuza giden tüm romanları alabiliyorsunuz. Böyle bir uygulama gelse dahi bunun önünü almak çok zordur fakat bilinçli okur ve bilinçli aileler için yıkıcı etkileri ortadan kaldırmak adına yararlı bir araç olacaktır. “Çocuğum okusun da ne okursa okusun.” şeklinde bir düşünce yapısına sahip aileler içinse kurallar, yasaklar ve öneriler yine etkisiz kalacak, işe yaramayacaktır.
Romanların okurlar üzerindeki yıkıcı etkilerinden söz ederken, intihar olayı es geçilmeyecek kadar önem arz etmektedir. Öncelikle dünyada yankı uyandıran, Almanya sokaklarında adeta yeni bir dönemi başlatan ‘Genç Werther’ın Acıları’ romanından bahsetmemek imkânsız… Romanın yazıldığı 18. yüzyılda birçok tipik sarı-mavi karışımı Werther kıyafeti içerisinde intihar etmiş gençler görülmüştür. Bu moda, Almanya’da başlayıp halka halka yayılarak tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Artık tüm Avrupa’da sarı-mavi karışımı elbiseler giyiliyor, ölüm istatistiklerinde intihar vakası oranı gün geçtikçe artıyordu. Goethe ve bu romanı, döneminde kilise ve bazı çağdaş yazarlar tarafından “İntihar yüceltiliyor, meşrulaştırılıyor.” gibi eleştirilere maruz kalmıştır. Hatta kilisenin açıkladığı intihar sayısı o kadar yüksek çıkmıştır ki bu tür (sarı-mavi elbiseli intihar girişimi) intihar girişimlerinin günümüzde hala yapıldığı bir sürece girilmiştir. Bununla birlikte bazı bölgelerde kitabın yasaklandığını görmekteyiz.
Okunan romandan etkilenerek bulunulan intihar girişimlerini Türkiye’yi baz alarak inceleyecek olursak Peyami Safa’nın 1950 tarihli ‘Yalnızız’ romanıyla başlayabiliriz. Kitabın da ismi olan “Yalnızlık” hakkında şunlar söylenebilir: Yalnızlık, bir insanın boşluk duygusuna düşmesiyle birlikte kendini dünyadan, çevresinden, hayattan kopmuş hissetmesidir. Yalnızlık çeken insan, kendini toplumdan uzak görür, çevresiyle iletişime geçmekte zorlanır. Peyami Safa’nın da yalnızlık kavramı ile arasında sıkı bir bağ olduğunu romanlarında açıkça hissedebiliriz. Bahsi geçen romanını, roman karakterlerinden biri olan Meral’in en temel duygusu olan yalnızlık duygusu üzerine kurgulamış olduğunu da görebiliriz. Romanın okurlar üzerindeki etkisine gelecek olursak, Genç Werther’ın Acıları gibi Yalnızız’ın da yazıldığı dönemde bir intihar furyasına sebep olduğunu görüyoruz. Romandaki başkarakterlerinden birinin hiç beklenmedik bir şekilde hayatını kaybetmesi ve vakanın çevre tarafından çok farklı yorumlanması, insanlar üzerindeki intihar girişiminin en itici güçlerinden birisidir. Romanın, intihara göre daha alt düzeydeki etkileri ise insanları maddi açıdan çok manevi olarak, zihinsel bir yaşam sürmeye itmesidir. Roman, Simeranya adında ütopik bir ülke geçmektedir. Bu ülkede insanların kötü huyları yoktur. Ülke kuralları tamamen romanın başkarakterinin zihinsel süreçleriyle biçimlenmektedir. Bu zihinsel süreçleri okuyarak birer birer yaşamış olan okuyucununsa bunların etkisinde kalmaması imkânsızdır. Kitap, başkarakterin yaşadığı olumsuz duygularla kişiyi ister istemez karamsarlığa sürüklemekte, dünyayı faklı yorumlamaya, görünenden çok her şeyin görünmeyen tarafını incelemeye itmektedir.
Türkiye’de popüler roman özelliği kazanmış, okurlarını etkileyen bir diğer roman ise Oğuz Atay’ın 1971 yılında kaleme aldığı Tutunamayanlar’dır. Tutunamayanlar romanını okuyanlar, romanın tadının bir ömür boyu damakta kaldığını söylerler. Roman, okuyucuyu hayatla yüzleştiriyor, bazılarının hayatında bir dönüm noktası olmasına sebep oluyor. Hangi yaşta olursa olsun insana bir takım değerler katıyor. Okuyucuların kazandığı en belirgin değer ise insanlar hakkında bir yargıya varmadan önce bir kez daha düşünmenin ne kadar önemli olduğu ve bu durumun insanları uçurumun kenarından alabileceğidir. Aynı zamanda romanların okurlar üzerindeki etkisine Tutunamayanlar’dan bir diyalogla da ışık tutabiliriz. “Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat Abi, sanki hepsi benim için yazılmış, bu kadar insanı birden canlandıramıyorum!” Buradan Oğuz Atay’ın da kitaptan etkilenen okur kitlesinin farkında olduğunu, okuyucunun roman karakteriyle kendini özdeşleştirip onların çektikleri acıları, onlarla birlikte kendisinin de çektiğini çıkartabiliyoruz.
Romanların okurlar üzerindeki psikolojik etkisini okudukları romanın etkisinden bir türlü kurtulamayan okurların ağzından dinlemek de son derece önemlidir. Bazı okuyucular, romanlardan etkileniş biçimlerini şöyle dile getirmektedir:
- ‘Bu tür romanları okuduğumda biterken canımdan can gidiyor. Ama yeni bir romana başladığımda geride kalanın etkisinden kurtuluyorum.’
- ‘Romandaki karakterleri kendimden farksız görüyorum. Hatta iş bazen o kadar ileriye gidiyor ki artık başkahramanın erkek arkadaşına gerçekten ben âşık oluyorum.’
- ‘Bu tür romanları okuyup bitirdiğimde, iki-üç gün boyunca insanların hal ve hareketlerini, birbirlerine etkilerini inceliyorum.’
- ‘Bitmesin diye çok yavaş okuyorum.’
- ‘Etkisine göre değişiyor ama genelde günlerce kendimi o roman içinde hissedip gerçeğe dönmeme isteği yaşıyorum.’
- ‘Bundan zevk alıyorum. Bazen roman karakterlerinden birinin başına kötü bir şey geldiğinde kendimi küfür eder bir durumda buluyorum.’
- ‘Bazen eskiden yediğiniz bir yemeği unutsanız bile tadı hala kalır ya aynı öyle bir durum. Ayrıntıları çok fazla hatırlamıyorum ama okurken verdiği ruh halini hatırladıkça hala farklı duygulara düşüyorum.’
- ‘Kitaplardaki olayları düşününce kendimi başkalarının bilmediği sırlara hâkim gibi hissedip mutlu oluyorum. Beni zenginleştirdiklerini düşünüyorum.’
- ‘Ben bunu psikolojik bir sorun olarak görmüyorum, görülmemeli. Bana kalırsa herkes okuduğu kitapta mutlaka kendi hayatıyla ilgili bir şeyler arar, kimi kitaptaki karakterde kendi kişiliğine benzer yanlar görür, kimisi de okuduktan sonra hayatına bir şeyler katar.’
Okuyucuların ağzından söylenen bu yorumlar daha da çoğaltılabilir. Genel olarak özetleyecek olursak, okurlar, roman okurken rahatlıkla ağlayabildiklerini, roman bittiğinde uzun süre olayların akıllarından çıkmadığını, romanda geçen olayların günlük yaşamlarını çok fazla etkilediğini, romandaki karakterlerin gerçek hayatta var olmadığına kendilerini inandıramadıklarını, bazıları sırf okurken çok fazla duygu karmaşası yaşadıkları için roman okumak istemediklerini bazıları ise aksine bu olayın kendilerine terapi gibi geldiğini, bazılarının mutlu sonla biten romanlardan bile çok etkilendiğini ve o kişileri görmek istediklerini görüyoruz.
Bu arada romanların etkileyici yönleri psikolojik danışma açısından güzel bir araca hizmet ediyor. Psikolojik danışma seanslarında kullanılan bu yöntemin adı: Bibliyoterapi. Bibliyoterapi, bilgi kaynaklarıyla ruha yardım etmek, okuma yoluyla sağaltım sağlamak anlamlarına gelir. Bu terapinin amacı terapötik (danışanın kendini güvende ve huzurda hissettiği, içindekileri rahatça danışmanına dökebildiği ortam) süreçle kitap kullanımını geliştirmektir.
Özetle aktarmak istediğim şeyleri sıralayarak yazıma nokta koyuyorum.
Roman, ülkemizde ve dünyada en çok okunan edebi türdür. İyi amaçlarla yazılıp menüde leziz bir ana yemek olarak önümüze konulacağı gibi suyumuzun içine atılmış bir damla zehir de olabilir. Farkına varmadan damarlarımızda dolaşabilir. Bu sebeple neyi ne amaçla okuduğumuzun farkında olmalı, bu farkındalığı çevremize de aşılamalıyız. Yani birer “okur” olmaktan ziyade birer “bilinçli okur” olmalıyız. Aynı zamanda gündeme getirmemiz gereken bir konu var ki o da: Romanlara neden yaş sınırlaması getirilmiyor? Bu konu hakkında da farkındalık oluşturmalı, tez zamanda televizyon ekranlarının köşelerinde gördüğümüz akıllı işaretleri basılı kaynakların kapaklarında da görmeli, sesimizi gerekli kurumlara duyurmalıyız.
Her zaman, bize değerlerimizi kaybettirmeyen, kötü emeller taşımayan, ruhsal iyilik halimizi ve bilgi birikimimizi yükseltmeyi hedefleyen romanlarla karşılaşın, emi! Selametle…
Yazan :
Muhammed Erkam Gökdemir
Marmara Üniversitesi – Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Öğrencisi
NOTLAR :
1) Bu çalışma 04.04.2018 tarihinde “www.edbatoplulugu.com” adresinde yayınlanmış olup 3633 okunma sayısına ulaşmıştır. “www.edbatoplulugu.com” sitesinin güncellenmesi kapsamında kapatılmasından dolayı içerikleri de bu siteye 14.07.2023 tarihinde taşınmıştır.
2) Yazının altındaki okunma sayacı 22.11.2023 tarihinde aktif edilmiştir. Burada belirtilen sayı (3633) ile okunma sayacındaki sayının (alttaki) toplamı yazının gerçek okunma sayısını vermektedir.
3) EDBA Topluluğu hem “www.edbatoplulugu.com” hem de “www.edbaacademy.com” sitesinin sahibidir. “www.edbatoplulugu.com” sitesi yerine yazılar artık eğitim ve yayın kuruluşumuz olan EDBA Akademi’nin resmî sitesi “www.edbaacademy.com”da yayınlanacaktır.