PROF. DR. MEHMET HAKAN TÜRKÇAPAR 

Sunum: Aslı Ceren Bozyiğit 

Röportaj Ekibi Danışmanı: Alper Emre Karaman

Röportaj Ekibi: Aslı Ceren Bozyiğit (Koordinatör), Nurevşan Çelik, Özge Durmuş,
Seba Simav, Aleyna Yeşil 

Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar kimdir?

Tıp doktorudur. Psikiyatri alanında ihtisas yapmıştır. 1990 yılında tıp eğitimini tamamladıktan hemen sonra psikiyatri ihtisasına başlamıştır.  İhtisasını seçerken ağırlıklı olarak psikoterapi çalışabileceği kliniği tercih etmiştir. O zamanlar insanın sadece biyolojik yönüyle değil psikolojik yönüyle de ilgilenmek kendisine cazip gelmiştir. Uzmanlık eğitimi sırasında psikodinamik psikoterapi, grup terapileri ve psikodrama gibi farklı eğitimler almıştır. 1992’de ilk defa Bilişsel Davranışçı Terapi ile tanışmıştır. Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Psikiyatri bölümünde çalışan  Prof. Dr. Işık Savaşır ve Prof. Dr. Perin Yolaç’ın başını çektikleri Bilişsel Davranışçı Terapi eğitimlerine katılmıştır. Bu eğitimler BDT’ye ilk adımı olmuştur. Uzmanlık sonrası bir süre Amerika’ya gitmiş orada Beck Enstitüsü’nde ve Ellis Enstitüsü’nde eğitimler görmüştür. 

Bunların yanı sıra Antropoloji alanında da çalışmış ve psikiyatri uzmanlığından sonra bu alanda yüksek lisans ve doktora yapmıştır. M. Hakan Türkçapar bu seçiminde; insanla ilgili her şeye merakının olmasının, psikiyatri ve psikoloji bilimleri arasındaki yaklaşımları bütünleştirmeyi hedeflemesinin etkili olduğunu söylemektedir. İnsanın bugünkü davranışlarını ve tepkilerini anlayabilmek için insanın yapı olarak tarihini ve kökenini bilmesi gerektiğini düşünmektedir. 

Hakan Türkçapar şu anda Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Psikoloji Bölümü başkanı olarak akademik çalışmalarına devam etmektedir. Aynı zaman Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği’nin başkanlığını yapmaktadır. Uluslararası Bilişsel Davranışçı Terapi Akademisi (Academy of Cognitive and Behavioural Therapies, ACBT) ve Avrupa Bilişsel Davranışçı Terapiler Birliği (European Association Behavioural Cognitive Therapies, EABCT) üyesidir. 

Bu kuruluşlar Bilişsel Davranışçı psikoterapiyi geliştirmek ve yaygınlaştırmak için kurulmuştur. Bu kuruluşlarda ruh sağlığı profesyonellerine yönelik eğitimler düzenlenmektedir. Bunun yanı sıra topluma yönelik araştırmalar ve eğitimler de yapılmaktadır. Ülkemizde kurulan Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği tarafından belirli aralıklarla çıkarılan Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi’nde (Journal of Cognitive – Behavioral Psychotherapy and Research) bilimsel yayınlar yapılmaktadır. Bu yayınlar dernek üyelerine posta yoluyla gönderilirken isteyen herkes bu yayınlara online olarak ulaşabilir.

EDBA Topluluğu’nun Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar ile röportajı 6 Mayıs 2020 Çarşamba günü pandemi süreci sebebiyle Skype ortamından gerçekleştirilmiştir.  

1)  Ruh sağlığı yardımı almak isteyen bir kişi ilaç tedavisine ne zaman başvurmalıdır? Psikoloğa, psikolojik danışmana ve psikiyatriye gitmenin bir sırası var mıdır? 

Mehmet Hakan Türkçapar: Eğer bir kere kişi kendisinde bir rahatsızlık hissediyorsa, bu durum onda bir acıya, ıstıraba, sıkıntıya yol açıyorsa ve bu da kişinin hayatını örneğin işini gücünü, aile hayatını, arkadaş ilişkilerini, sosyal hayatını etkiliyorsa, o zaman öncelikle bir psikiyatr ile başlaması yerinde olur. Patolojik bir durum var mı? Tıbbi bir rahatsızlık var mı? Hem onu ayırt etmek açısından daha uygun olur. Hem de zaten psikiyatr, psikiyatrik bir değerlendirme yaparken aynı zamanda psikolojiyle birlikte çalışılır. Böylelikle kişiye psikolojik testler ve diğer gerekli incelemeler vesaire yapılır. Bunlar sonucunda da o ekibin yaptığı tüm değerlendirme sonuçları bir araya getirilerek verilen karar ‘Hangi tür tedavi verelim?’ sorusuna cevap oluşturur. Yani önce değerlendirme, daha sonra tedavi olarak neyin yapılacağı belirlenir. Genelde yoğun duygusal ya da fizyolojik bir tepki varsa ya da davranışsal olarak çok yoğun bir tepki varsa o zaman ilaç tedavisi düşünülür. Davranışsal olarak yoğun bir tepki derken kast ettiğim şey saldırganlık, vurma, kırma gibi davranışlar olabilir veya parmak atarak kusma, fizyolojik alanda aşırı kilo kaybı, yataktan çıkmama gibi şeyler de olabilir. Duygusal alandaysa yoğun ve aşırı öfke, hüzün, karamsarlık gibi tepkiler olabilir. Böyle bir durum olduğunda ilaç tedavisi düşünülür. Çünkü kişide yoğun bir duygusal ya da fizyolojik tepki olduğunda bizim o kişinin düşüncesini ya da davranışını değiştirmemiz çok zor, kişinin de elinde değil. Durum böyle olunca kişinin vereceği tek bir karardan çok yapılan değerlendirme sonucunda ortak bir verilmelidir.

İnsanlarda maalesef şöyle yanlış bir şey var; efendim ben internetten şuradan buradan okuyayım, kendime teşhis koyayım, hatta ilaç kararı bile verenler var bu çok yanlış bir şey. Çünkü neden; diyelim ben ev yaptıracağım hani internete bakarak komşuma sorarak insanlardan öneri alarak oturup kendim plan proje çizip yaptırırsam ne olur, muhtemelen o ev çöker hani ne kadar demir konacak bilemem teknik bir şey çünkü. Yani insanlar o hesapları yapabilmek için inşaat mühendisliği okuyor, mimarlık okuyor bir eğitim alıyor. E şimdi teşhis koymak ve tedavi düzenlemekte aynı derece karmaşık ve uzmanlık gerektiren işler. Dolayısıyla insanlar maalesef o konuda kulaktan dolma bilgilerle hareket edebiliyorlar. Bu çok yanlıştır. Bence insanların yoğunlaşması gereken alan bunlardan çok, kendi psikolojik alanlarıyla ilgili olmalı. Örneğin ‘’ben ne hissediyorum’’, ‘’ben ne düşünüyorum’’, ‘’bedenimde ne oluyor’’, ‘’çevremde ne oluyor, ortamım nasıl’’, gibi sorulara yoğunlaşmalı insan. Sonuçta en iyi bildiği ve uzman olduğu alanı budur insanın. Kişi destek almaya geldiğinde bunları getirmeli. Yani ne hissediyorum, ne düşünüyorum, neler yaşıyorum? Ben bunları getireceğim uzman da bunları dinleyecek, değerlendirecek tanı ve tedaviyi de buna göre ‘’o’’ düzenleyecek. Ha sonra tanı ve tedaviyi düzenledi arkasından tekrar yine o benim uzmanlık alanım olan koynuyla ilgili ‘’tedavi beni nasıl etkiledi, iyi miyim, kötü müyüm, iyi mi geldi, neler düzeldi, neler değişti neler değişmedi?’’ ben onları getireceğim daha sonra ‘’o’’ bu bilgilere göre tekrar düzenleme yapılacak. 

Yani ruhsal tedavi aslında iki uzmanın birlikte çalışması gibidir; danışan kendi hayatı, yaşadıkları konusunda uzman, işte psikolog, psikolojik danışman, doktor, klinisyen, psikiyatrist da ruh sağlığı konusunda uzman. Ruhsal tedaviyi iki uzmanın bir araya gelerek ortak bir hedef için o kişinin sorunlarını azaltmak için yaptıkları bir çalışma gibi düşünmek gerekir. Burada her iki kişinin de kendi uzmanı olduğu alanda oyunu oynaması gerekir. Diyelim işte sen geldin birtakım sorunlarını anlatıyorsun ben diyorum ki hayır efendim aslında senin sorunun şu, sen şunu yaşıyorsun. Bunu diyebilir miyim? Komik olur. Sen aslında şöyle bir hayat yaşadın farkında değilsin. Böyle bir şey saçma olur çünkü o senin bildiğin bir şey, senin uzmanlık alanın. Sen kendi yaşadıklarını getireceksin, ben de kendi bilgilerimi, uzmanlık alanımı getireceğim ve böylelikle ortaya bir sonuç çıkaracak. Yani en ideal sonuç böyle alınır. Maalesef insanlar bu konuda diğer alana giriyorlar. Bir kişi diğer alana girdiğinde işin içinden çıkamaz çünkü her okuduğuyla her duyduğuyla farklı bir şeye kapılır. Sonunda sadece kafası karışır ve hiçbir sonuçta alamaz.

Aslı Ceren Bozyiğit: Bir de hocam şu aralar çok popüler bir şey var. Antidepresan kullanmak. Bütün çevremizde neredeyse kullanmayan insan kalmadı. Bir yarışa girdik gibi bu durumda. Yani bel ağrısı çeken insan için de yazıyorlar, psikolojik sorunu olan bir bireye de yazıyorlar.  Yani bu konuda eğitimin önemli olduğunu düşünüyorum, bir de halk olarak bir eğitim konusunda iki tıp konusunda hepimizin bir düşüncesi var. Bir fikir beyan etme huyumuz var. Ne yazık ki. Çok teşekkür ederim hocam yanıtınız için. 

Mehmet Hakan Türkçapar: Çok doğru, şimdi orada şunu ekleyeyim mesela ideal olan nedir? Eğer bir antidepresan alacaksak en ideali bizi bir psikiyatrın muayene edip o kararı vermesi ve gerekçeleri bize söylemesi ve anlatmasıyla olur. Biz herhangi bir kişiye ilaç tavsiye ettiğimizde bir psikiyatr olarak işte onun özgeçmişi nedir, soy geçmişi nedir, herhangi bedensel hastalığı var mı, başka bir ilaç kullanıyor mu?  Bilmemiz gerekir. Çünkü ilaçlar arası etkileşimler var. Ailesinde ilaç kullanan var mı, aile öyküsü nasıl, ilaca hangisi cevap vermiş, daha önceki ilaç deneyimleri neler, durumu bir ilaç kullanmayı gerektiriyor mu gerektirmiyor mu? Bilmemiz gerekir. Biz kişinin durumuyla ilgili ölçekler kullanıp incelemeler yaparak karar veriyoruz. Dolayısıyla en sağlıklısı budur. Bazen bazı antidepresanlar farklı tanılarda da kullanılabilir örneğin ağrı bozukluğunda da kullanılabiliyor. Böyle olunca o konuyla ilgili olan uzman doktor o ilacı yazabilir. Ama genelde ideal olan antidepresanı bir psikiyatrın yazmasıdır.

Psikiyatrik rahatsızlıkların tanısı bedensel rahatsızlıklara göre daha zordur. Çünkü bizim röntgenimiz ya da tomografimiz yok. Gerektiğinde bunları yaptığımız olur tabi ki ama o bedensel bir hastalık varsa onu belirlemek içindir. Hani bizim tanı koyma aracımız da röntgenimiz de tomografimiz de, görüşme ve kendi bilgimiz, becerimiz, tecrübemiz. Dolayısıyla bu alanda uzman olmayan birinin bu teşhisi koyması çok zordur. Tabii şu olur kişinin imkânı yoktur, yaşadığı şehirde psikiyatr yoktur, ruh sağlığı uzmanı yoktur, tamam o zaman diyelim işte bir dâhiliye uzmanı vardır ona gidip tabi ki öneri alabilir, tabi ki o belki yönlendirebilir veya bir tedavi verebilir. Ama günümüzde her türlü imkân her türlü uzman her yerde varken uzmanına gitmek daha doğru. 

İlk basamak çok önemli böyle bir problem olduğunda önce durumu aile hekimine açmak, aile hekimi değerlendirdikten sonra gerekirse psikiyatr uzmanına yönlendirir oraya gidilir, en sağlıklı yol budur. Ve dediğim gibi ruh sağlığı çalışması da sonuçta bir ekip işidir. Mesela biz diğer tıp dallarına göre daha iş birliği içerisindeyiz psikolog, klinik psikolog, psikolojik danışman. Mesela çocuğun okulda bir problemi olduğunda teşhis için ben muhakkak okulun psikolojik danışmanına ulaşmaya, ondan bilgi almaya çalışırım, öğretmeniyle görüşmeye çalışırım. Dediğim gibi bizim yaptığımız değerlendirme ve yaptığımız iş oldukça karmaşık ve zor bir iş.

2) Bir insan neden bağımlı olur? Asıl ihtiyacı olan şeylerle bağ kuramayınca mı zararlı alışkanlıklara yönelir? 

Mehmet Hakan Türkçapar: Şimdi bütün ruh sağlığı hastalıkları için, bunu sorduğunuz çok iyi oldu. Aslında formül hep aynıdır. Hiçbir ruh sağlığı hastalığının tek bir nedeni yok. Mesela bir tifo hastalığı ya da Covid. Bu hastalıkların nedeni biliniyor. İşte vücuda nasıl giriyor, nerede çoğalıyor, akciğerde ne yapıyor? Ama ruhsal rahatsızlıklar böyle değil. Her ruhsal rahatsızlıkta kişinin yaşadığı çevrenin, ortamın ve o ortamda olup biten olayların, kişinin o ortamda neleri algıladığı, neleri fark ettiği, neler üstünde nasıl düşündüğü etkilidir. Bir diğer şey de duygusal tepkimizdir. O duygusal tepkiler hepimizde olmakla birlikte kişisel olarak belli duyguları daha yoğun, daha güçlü yaşayabiliyoruz veya daha az yaşayabiliyoruz. Her duygu fizyolojik (bedensel) bir etki yaratır. Fizyolojik (bedensel) yapımız ve davranışlarımız, yapıp, edip, konuştuklarımız bunların hepsi her rahatsızlıkta etkendir. 

Bağımlılık da böyledir. Mesela basit bir örnek vereyim. Amerika, Vietnam Savaşı’ndayken Vietnam’daki Amerikan askerlerinin yanılmıyorsam sayısı 200 bin civarı. Yaklaşık yarısı madde kullanıyor. Bunların da yaklaşık yüzde 30’u bağımlılık düzeyinde madde kullanıyor. Şimdi düşünün. Savaş bitiyor Amerika’da. Bunlar birden bire Amerika’ya geldiğinde diyelim 30 bin bağımlı ya da 50 bin eroin bağımlısı oluyor. Ülkeye gelen her askeri madde açısından teste tabi tutuyorlar. Yani maddeden temizlenmedikçe Amerika’ya almıyorlar. Bir tür karantina gibi bir şey düşünün. Bu insanlar Amerika’ya geldiğinde bunların yaklaşık % 90’ı hiçbir müdahale olmaksızın maddeyi bırakıyor. Ne değişti? Sadece ortam değişti, mekân değişti. O zaman bakın çevresel etken ne kadar önemli. Ama bir % 5 ile % 10 arasında bağımlılık sürüyor. Demek ki başka faktörler de var..

İşte o başka faktörler nedir? Birincisi çevresel faktörler yani o maddeyi deneyimlemiş olmak gerekiyor. Hiç hayatında eroin ile karşılaşmamış, böyle bir ortama girmemiş, çevresinde öyle bir şey olmayan bir kişi durduk yere eroin bağımlısı olamaz. Fiziksel olarak imkân yok. 

Daha sonrasında psikolojik faktörler devreye giriyor. Nedir mesela bir tanesi? Bazı insanlarda bizim zarardan kaçınma dediğimiz psikolojik yön çok güçlüdür. Yani “temkinlidir”, kolay korkuya kapılır. Mesela böyle bir kişi tutup da kolay kolay maddeyi denemez. Peki, kimlerde zarardan kaçınma azdır diye baktığımızda mesela. Diyelim hipekativitede, diyelim işte antisosyal kişilikte. O zaman ne oluyor bakın, kişilik faktörleri devreye giriyor. 

Bir diğer şey mutlusunuz, huzurlusunuz, sıkıntınız yok, rahatsınız, iyisiniz, depresyonunuz yok, şuyunuz yok buyunuz yok. Herhalde kendinizi iyi hissetmek için bir şey aramazsınız. Çünkü zaten iyisiniz. Ama diyelim mutsuzsunuz, depresifsiniz, huzursuzsunuz. O zaman birisinin alkol aldığında rahatladığını gördüğünüzde, bildiğinizde, duyduğunuz da “Hadi bir alkol kullanayım daha önce kullanmıştım iyi de gelmişti, bu sıkıntıma da iyi gelir’’ denip başlanabiliyor. Ne oldu bakın? Kişinin duygu durumuyla da ilişkili.. 

Fizyolojik tepki. Şimdi alkolü aldınız diyelim, kendinizi kötü hissettiniz. Başınız döndü, mideniz bulandı, yani bünyeniz alkolü iyi sindiremiyor. Mesela kadınlarda alkolün metabolizması daha yavaştır bu yüzden kadınlarda alkol bağımlılığı daha az görülür. Erkeklerde daha çok görülür, çünkü alkolü yıkan enzim erkeklerde daha hızlı çalışır. Buyurun biyolojik (fizyolojik) faktörler devreye girdi.

Ve davranışsal kısım. Davranışsal kısım nedir? Bağımlılık bir olumsuz pekiştireçtir. Değişken oranlı olumsuz pekiştireç. Yani başlangıçta olumlu pekiştireç olarak başlar. Aldığınızda hoşunuza gider, işte sohbet, arkadaşlık vs. Ama belli bir dönemden sonra artık almadığınızda sıkıntı yaşarsınız. Sıkıntıyı gidermek için de içmeye başlarsınız. Orada da değişken oranlı olumsuz pekiştirece dönüşür. 

Bu arada yapınız niye öyle? Orada da genetik faktörler etkili..

Aslı Ceren Bozyiğit: Evet onu soracaktım hocam. Genetikle ilgili. 

Mehmet Hakan Türkçapar: Uzun yaşıyorsunuz, hiperaktiviteniz var, depresyona neden eğilimlisiniz gibi genetik faktörler. Ya da aynı zamanda psikolojik geçmişiniz de önemli. İşte çocukluğunuz, anneniz ve babanızın ne yaptığı, nasıl bir ev ortamıydı, ev ortamında alkol alınıyor muydu, alınmıyor muydu vesaire onlar da var. 

Şimdi işin psikolojik boyutuna baktığımızda ben şöyle diyorum. İhtiyaç nedir?

Aslı Ceren Bozyiğit: Kişinin temel gereksinimlerini karşılayabilme düzeyi.

Mehmet Hakan Türkçapar: İhtiyaç, çok doğru dedin. O olmadan yapamayacağımız şey. Mesela hava bir ihtiyaç mıdır?

Aslı Ceren Bozyiğit: Evet

Mehmet Hakan Türkçapar: Su

Aslı Ceren Bozyiğit: İhtiyaçtır. Yemek, sevgi.   

Mehmet Hakan Türkçapar: O olmadan yapamayız. Ama peki şunu sorayım; Sigara bir ihtiyaç mıdır?

Aslı Ceren Bozyiğit: Hayır. 

Mehmet Hakan Türkçapar: Evet, senin için değil, benim için değil. Ya da eroin bir ihtiyaç mıdır? Değil. Ama bağımlı için artık bir ihtiyaçtır. İşte ben bağımlılığı öyle tanımlıyorum. Bağımlılık aslında ihtiyaç olmayan bir şeyin ihtiyaç haline gelmesidir. Davranışsal düzeyde.. Ben sana şöyle söylesem; Su bir ihtiyaç değil. Sen su bağımlısısın. Böyle der miyiz? Demeyiz.

Aslı Ceren Bozyiğit: Demeyiz evet. 

Mehmet Hakan Türkçapar: Çünkü o bir ihtiyaç. Ama sigara bağımlısı diyoruz, alkol bağımlısı, eroin bağımlısı diyoruz. Çünkü o aslında ihtiyaç olmayan bir şey olduğu halde ihtiyaç haline geldiği için diyoruz. O zaman dikkat edersen tedavinin de ne kadar zor olduğu anlaşılıyor. Mesela su senin için bir ihtiyaç. Seni sudan yoksun bırakabilir miyiz? 

Aslı Ceren Bozyiğit: Yani biyolojik olarak da yaşamam mümkün olmayacak belli bir günden sonra. Tabii 1-2 gün gibi kısa bir süre için ölmüyoruz hocam.  

Mehmet Hakan Türkçapar: Kesinlikle. Burada işte psikolojik bir ihtiyaç haline geliyor. Yalnız şunu söyleyeyim, kişi ciddi madde bağımlısı olduğunda maalesef fizyolojik bir ihtiyaç haline geliyor. Özellikle alkolde bunu görüyoruz. Bazen bağımlı alkolü kestiğinde ölebilir de.. Delirium tremens dediğimiz bir durum var. Eğer kişide ciddi fiziksel bağımlılık varsa, alkolü aniden kestiğinde ilk 48-72 saat içinde o ortaya çıkabiliyor ve maalesef yüzde elliye yakını da ölümle sonuçlanıyor. Eroin için böyle bir durum söz konusu değil. Yani eroin kesilmesi ölümcül bir sonuca yol açmaz. Filmlerde görürsünüz çok trajik böyle bağırmalar, çağırmalar ama ölümü pek mümkün değil. 

Ben daha çok madde bağımlılığını böyle görüyorum. Yani bütün bu etkenlerin birlikte rol oynadığı tek bir etkene bağlı olmayan ama özelinde psikolojik bir sorun. 

Alper Emre Karaman: Bu arada benim bir sorum olacak. Peter Cohen’ın bağımlılık ile ilgili bakış açısı benim dikkatimi çekti. Şöyle diyor Peter Cohen: “İnsanların ilişkilere ve bağ kurmaya çok ihtiyaç duyduğunu söyler. İnsanlar hayatta böyle tatmin olur. Eğer birbirimizle bağ kuramazsak başka şeylerle bağ kurmaya yöneliriz: Rulet makinasının dönüş sesiyle veya şırınganın iğnesiyle…” Peter Cohen’in bağımlılığa olan bu bakış açısıyla ilgili sizin düşünceniz nedir?

Mehmet Hakan Türkçapar: Hemen söyleyeyim kısa bir şekilde. Bunun geçerli olduğu insanlar vardır, geçerli olmadığı insanlar vardır. Yani her bağımlılık böyle değildir. Bazılarında da şans, kader, kısmet.. Diyelim şu anda belki eroin bağımlısı olma potansiyeline sahip yüz binlerce insan olabilir. Ama şans, kader, kısmet, hayat onları onla karşılaştırmamıştır. Onun için olmamıştır. Yani tek neden değil. 

O saptama da doğru. Yani başka alanlarda o insani gereksinimini bir şeylere bağlanmayı gideremediği için yönelenler de vardır. Ama herkeste öyle değildir.

3) PDR mezunları devlet okullarında klinik psikoloji alanında yüksek lisansa alınmıyorlar. Psikoloji alanından bazı akademisyenler PDR mezunlarını terapist olarak görmüyorlar. Aynı şekilde psikoloji mezunları da okullara psikolojik danışman olarak atandığında “alandışı” olarak nitelendiriliyorlar. Ruh sağlığı alanlarında işbirliği olması gerekirken bu çatışmanın sebebi ve çözümü hakkında ne düşünüyorsunuz ? Siz de bir ruh sağlığı alanında akademisyen olan biri olarak PDR mezunlarını nerede görüyorsunuz ?

Bunların hepsi maalesef çok anlaşılmaz şeyler. Daha doğrusu bir anlaşılır kısmı var, bir de anlaşılmaz. Şimdi ben diyelim şu anda bir hastaneye gidip hemşirelik yapmaya kalkışsam bu olabilir mi? Diploma sorarlar. Belli alanlar var ki zaten orada sınırlar belli. Deniliyor ki buradaki şu pozisyona şu şu şu kişiler gelebilir. Zaten orada bir kavgaya, gürültüye gerek yok. Diyelim ki seni efendim alıpta Ağrı’ya mecburi hizmete gönderiyorum diyebilir miyim ben? Diyemem çünkü benim işim o değil. Problem şuradan çıkıyor; ruh sağlığı alanında bir çalışma var, bu çalışmanın içinde psikologta var, psikolojik danışman da var, klinik psikolog da var, psikiyatr da var, tıp doktoru da var, var da var. Bunu doğal karşılamamız gerek, bu alan herhangi birimizin tekelinde değil. Bir futbol takımı düşün, sağ beki var, sol beki var kalecisi var, belki farklı fonksiyonlarımız var ama hepimiz bir takımın üyesiyiz. Maalesef insanlarda bu mantık yok. Hiçbirimiz birbirimizin düşmanı değiliz, sağ bek ile kaleci birbirinin düşmanı mıdır? Bu ekip işidir. 

Gelelim yüksek lisans yapma işine. Bu da dünyada çok örneği olmayan bir şey. Yüksek lisans ve doktora farklı disiplinlere de açıktır. Zaten bu nedenle bunun adı yüksek lisans ve doktora oluyor, bunun için de bu bir zenginliktir, interdisipliner çalışmadır. Ülkemizde de yasal olarak hiçbir engel yok, dünyada da yok, sosyal hizmet uzmanı da, sosyolog da, tıp doktoru da psikolojik danışmanlık mezunu da psikolojide yüksek lisans yapabilir, klinik psikolojide yüksek lisans yapabilir, ben gidip PDR de yapabilirim. Benim hocam Haluk Özbay çok sevdiğim de bir insan, terapide de hocamdır, kliniği seçerken de o olduğu için seçmiştim; psikolojik danışmanlıkta gelişim doktorası yaptı, anatomi de yapanlar da var, kısacası disiplinler arası çalışma gayet normal bir şey. Sanki efendim bir arazimiz var, etrafını çevirmişiz, aman ben buraya kimseyi sokmam, böyle bir mantık yok. Şimdi ben Hacettepe Tıp’ta öğrenciyken psikiyatri bölümünde iki tane profesör kadrosu psikologlara aitti. Düşünün yani, ki altı tane profesör vardı toplamda. Ben Türkiye’deki psikiyatri kliniklerinde yine İstanbul Tıp’ta olsun, profesör kadrolarının psikologlar da olduğunu biliyorum. Hatta bölüm başkanı olduğunu biliyorum psikologların, klinik psikolog profesörlerinin. Bu tür durumlar doğal şeyler, normal şeyler. Ancak bizde bu durum eskiden çok daha esnekken şu an iyice bir kapanma oldu maalesef. Bir pasta var ve ben kendi payımı korumalıyım şeklinde yani.. Bu şekilde ruh sağlığı hizmeti gelişmez. Disiplinler arası çalışmayla gelişir. Diyelim ki bir psikolog, belli bir formasyon alıp psikolojik danışmanlık yapabiliyorsa bunun imkanı varsa yapsın, bunda tartışılacak bir şey yok. Ya da bir psikolojik danışmanlık mezunu klinik psikolojide yüksek lisans yapıyorsa yapabilir, üstüne doktora da yapabilir. 

Bizim Sağlık Bakanlığı’nın yönergesine göre PDR mezunları yüksek lisans yaptığında klinikte, klinik psikolog ünvanını alabiliyor diye biliyorum. Ama alan dışı biriyse o hem yüksek lisans hem de doktora yaparsa o ünvanı kullanabiliyor. Bunlar gayet doğal ve normal uygulamalar. Sanki bunlar acayip bir şeymiş gibi veya bunları yapan insanları vatan haini gibi görmeyi ben anlayamıyorum açıkçası. Ben diyelim liseden sonra psikolojiye başlamışım o kişi ise üniversite eğitimi sonrası psikoloji eğitimine başlamış, bunda bir şey yok. Albert Elise, bizim BDP’nin kurucu isimlerinden, lisansı nedir biliyor musunuz ? Muhasebe. Daha sonra üzerine klinik psikoloji yüksek lisansı ve doktorası yapıyor, lisansı yok. 

Aslı Ceren Bozyiğit: Şu an BDT dediğimiz zaman onun adını biliyoruz mesela.

Mehmet Hakan Türkçapar: Evet, mesela Lexly Grimberg’in yanılmıyorsam mühendislik lisansı. Dolayısıyla insanlar böyle yapmamalı, bizim bunları bırakıp ruh sağlığı alanında biz daha iyi nasıl hizmet verebiliriz buna odaklanmalıyız. Bir diğer ikinci olaraksa ben şöyle diyorum arkadaşlara; psikologlar PDR’cilerle, PDR’ciler psikologlarla, doktorlar psikologlarla, vs. vs. herkes birbiri ile uğraşıyor, bunun yerine bu alanda hiçbir backgroundu olmayan ama bir şeyler yapan insanlarla uğraşalım uğraşacaksak, hiçbir yetkinliği olmayan mesleklerle uğraşmayalım. Her mesleği iyi yapanı vardır kötü yapanı vardır, kötü yapan varsa onunla da uğraşalım. Kendi bilgisi becerisi olmadığı halde yapan varsa onunla da uğraşalım. 

Hiç unutmuyorum, Sağlık Bakanlığı’nda bir toplantı yapılmıştı, psikologlar tanı koyabilir mi koyamaz mı diye. Doktorlar ağırlıklıydı, bunun dışında psikologlar derneğinden de temsilci vardı çeşitli alanlardan. Bu ortamda en fazla genel psikologlara tavır koyan, onları kısıtlamak isteyen psikologlar derneği temsilcisiydi. Bense mesela o toplantıda klinik psikologlar “psikolojik tanı” dikkat çekiyorum. Tıbbi tanı değil, ‘’psikolojik tanı’’ koyabilir demiştim. O toplantıdan 3-4 ay sonra bir psikolog arkadaş bana utana sıkıla geldi, “Hocam size kırgınız” dedi. “Ne oldu?” dedim, işte bir toplantı olmuş Sağlık Bakanlığında, işte siz orada psikologlar psikoterapi yapamaz demişsiniz. Ben tam aksini savunurken orada konuşulanlardan insanlar benim söylediğimin tam zıddı bir anlam çıkarmış, enteresan geldi bana. Benim o konuda kafam çok net. Herkes her türlü eğitimi alsın öğrensin. Çekinmeye gerek yok. Bu iş böyle gelişir. Bizim yapacağımız şey hiçbir backgroundu hiçbir eğitimi, yüksek lisansı doktorası olmadığı halde ruh sağlığı alanında birtakım laflar söyleyen kişiler, uğraşılacaksa bunlarla uğraşılmalı bence.

Aslı Ceren Bozyiğit: Bence de. Bunun sebebi hocam biraz da şu olabilir, ülkemizdeki işsizlik oranlarının yüksek olması ve bundan kaynaklı olarak da başka alandan birinin yüksek lisans yaparak bizimle aynı meslekte olmasını istemememiz. Aslında tamamen geçim kaygısı, yani maddi olan bir sıkıntı. Aslında sizin de dediğiniz gibi ruh sağlığı için birbirinden değerli ve birbirini besleyen bölümler. Biri diğerinden daha değerli veya daha yüksek değil. Belki de üniversite sınavını çok belirleyici alıyoruz, yani üniversite sınavı puanı çok değerli geldiği için bize ve yıllarca bu algılatıldığı için biz hep puanlara göre bölüm ya da meslek kalitesini belirliyoruz. Yani puanı düşükse bu meslek kalitesizdir diyoruz. Belki de bundan kaynaklı bir şey. Umarım ilerleyen yıllarda bu sorunları aşarız.

Mehmet Hakan Türkçapar: Ben yönettiğim hiçbir bölümde yüksek lisans ve doktora programlarına alırken lisans eğitiminin şu ya da bu olması önemli değildi benim için. Çünkü farklı bir lisans alanından da gelebilir, bilimsel tamamlama ile zaten lisansta alması gereken dersleri biz aldırıyoruz. Aşağı yukarı lisans okumuş kadar ders alıyor, onları aldıktan sonra bunları 18 yaşında değil de 22 yaşında almış, bence önemi yok. Önemli olan o kişinin katacağı zenginliktir, hevesidir, motivasyonudur, çalışkanlığıdır.

4) Şu an mesleklere yönelik sınavlara hazırlanan ve çeşitli psikolojik rahatsızlığının olduğunu düşünen bireyler, sırf mülakatlarda bu durum önlerine çıkar korkusu ile psikiyatrist ya da psikolojik danışmana gitmekten çekiniyorlar. Sizce bu çekincelerinde haklılar mı, bu durum bu kişilerin devlet ya da özel sektörde karşılarına çıkar mı?

Mehmet Hakan Türkçapar: Çıkmaz, kendileri söylemedikçe. Şimdi belli rahatsızlıklar vardır ki engeldir evet onlar olur ama depresyondur, kaygıdır bunlar engel değil arkadaşlar yani çalışmaya da engel değil böyle bir şeye de engel değil. Zaten şöyle deyim tıbbi kayıtlar gizlidir. Mesela ben bir doktor olarak birçok muayenem var senelerdir bana gelmiş bir kişinin neyi olup olmadığını söylemeyi bırakın o kişinin sadece bana geldiğini bile söyleyemem, bunlar sırdır. Etiğin ötesinde doktorlarda kanunen onun maddesi var yani hasta hekim sırrı. Şimdi o nedenle böyle bir şüpheye gerek yok. Hani doktorların artı bir şeyi de vardır; isterse doktor tanıklıktan çekilebilir. Bunun istisnası şudur; hasta hekim arasındaki sırrın efendim ben Ahmet’i öldüreceğim, Ayça’yı öldüreceğim gidip işte vuracağım onu diyorsa ya da işte bilmem kime ben taciz ediyorum, ettim diyorsa o zaman bu sır olmaz, bu suç olan bir durum. Kendisine ya da bir başkasına zarar verebilecek bir durum varsa o zaman onu bildiririz. Bunun dışında zaten işte x hastanesine gittim, poliklinikte muayene oldum o kayıtlar sizinle birlikte gitmiyor bir yerlere orada kalıyor onlar, sır.

Aslı Ceren Bozyiğit: Genelde hocam bu kaygıyı taşıyanlarda şu oluyor; özellikle psikolojik tedavi geçmişi olanların devlet hastanelerinde doktorun konuşulanları bilgisayara kaydetmesini gördüğü için bunların bir arşive alındığını ve bu arşivde devletin istediği zaman ulaşabileceğini düşünmeleri. Biraz bu kaygıyı yaşıyorlar, özelde bunun kaygısını çok yaşamıyorlar ama özel sektörde tedavi almak maddi olarak olanak gerektirdiği için insanlar da çekiniyor. Ben bu çekingenliği genellikle öğretmenlik sınavına hazırlanan savcılık ve kaymakamlık sınavına hazırlanan arkadaşlarımda görüyorum, o kaygılı süreçte bile bir klinik psikoloğa gitmek istemiyorlar.

Mehmet Hakan Türkçapar: Şimdi belli bazı mesleklerde daha titiz bakılıyor olabilir mesela güvenlik, pilotluk falan gibi ama onlar da bile ben şimdi yanlış bir şey de söylemek istemem o medulla sistemine girilip de bir şeylere bakıldığını zannetmiyorum. Ama bir kişinin bir sağlık kurulu raporu vardır vesairesi veya işe girerken özel bir rapor istenmiştir oralarda bakılabilir. Mesela evlatlık çocuk edinirken geçmişine bakılıyor kişinin hani o tür özel durumlar da olabilir. Ama zaten bir kaygı depresyon yani bunlar öğretmenlik mesleğine falan engel değil, o mesleğin kodlarında vardır. Hâkimlik, savcılıkta da olduğunu zannetmiyorum daha böyle pilot, polis, güvenlik görevlisi onlar da daha titiz davranılıyor olabilir.

5)  PDR öğrencileri ve mezunlarının mutlaka almaları lazım diyebileceğiniz eğitimler nelerdir ?

Mehmet Hakan Türkçapar: Şöyle ben özellikle psikolojik danışma becerileri açısından PDR kökenli kişileri beğeniyorum. Eğitimlerinde de iyi bir şekilde yer alıyor bu beceri diye düşünüyorum. Ama şöyle olabilir; psikopatoloji konusunda bilgi görgü arttırmak faydalı olur diye düşünüyorum. Okulda bir çocuk geldi, değerlendirdi, bir tanı koysun ve tedavi etsin değil ancak gördüğü şeyin bir problem olduğunu anlayacak düzeyde bir psikopatoloji bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Uğur Doğan hocam ile sadece PDR öğrencileri için yazılmış çok güzel textbook üzerine çalışıyoruz enfes bir psikopatoloji kitabı.. PDR’yi Türkiye’de ilk kuran hocalarımız alanı koşulsuz kabul, insan özünde iyidir, gibi Rogerian terapiye dayandırmıştır. Ancak bu bazen sanki yaşanan sorunlar tozpembeymiş gibi algılanmasına neden olabiliyor. Oysa bazen ciddi patolojik durumlar vardır, bu durumlarda empati, koşulsuz kabul, yansıtma ile toparlanamayabilir. Bu psikopatoloji bilgileri de eğitimlere, stajlara katılarak kazanılabilir.

Alper Emre Karaman: Bizim lisans derslerimiz arasında davranış bozuklukları dersi var. DSM de yer alan hastalıkları ve hastalıkların özelliklerini okuyoruz. Sizin bahsettiğiniz psikopatolojinin bundan farkı ne?

Mehmet Hakan Türkçapar: Bir farkı yok tam da onu söylemeye çalıştım. Bizim çevirmeye çalıştığımız kitapta buna örnektir. Orada biraz pratik de yokluyorlar. Diyelim ki hiç kedi görmemiş olun. Kedi ile ilgili en mükemmel metni hazırlasam ve okusanız, ne kadar kafanızda ne canlanır? Binlerce sayfa yerine bir tane kedi görseniz hemen öğrenirsiniz. Bir de şunu düşünün ben hiç kedi görmemişim. Size kediyi anlatıyorum. Orada ben ne kadar anlatabilirim? Orada birazcık teorik bilginin pratik ile desteklenmesi gerekir. Yani ben muhakkak lisansta patoloji anlatırken her rahatsızlıkla ilgili video gösteririm, öğrenciler tanısın diye.

Alper Emre Karaman: Biz stajlarımızı genelde eğitim kurumlarında yapıyoruz, bir de hastanelerde de staj yapsak daha fazla içselleştirmiş olacağız.

Mehmet Hakan Türkçapar: Evet, teşhis koyun anlamında demiyorum ama kişi psikolojik danışma verirken bu buydu deyip yönlendirmeyi yapabilsin.

6) Psikoloji dışında herhangi bir ilgi alanınız veya hobiniz var mı? Sizin gibi psikoloji alanında ilerleyecek kişilere ne önerirsiniz?

Mehmet Hakan Türkçapar: Vallahi maalesef çok fazla ilgi alanım var ve zaman bulamıyorum diyeyim. Edebiyata çok meraklıyım, antropoloji çok okumak istiyorum. Özellikle; biyolojik antropoloji, çizgi roman özellikle; renkli resimli çizgi roman merakım var. Hem biriktiririm hem okurum. Resme çok merakım var. Sanatın geneline çok ilgim var. Sinemaya çok meraklıyım. Evde küçük bir sinema salonu gibi bir şey var bu iş için. Genelde gündemdeki her şeyden haberdar olacak kadar zaten fazlasıyla bilgimiz var mümkün olduğunca haberleri vesaire kısmaya çalışıyorum. Hani bu korona döneminde diyorlardı ya;  ‘İşte yarım saatten fazla haber dinlemeyin.’’ Ben onu zaten yıllardır yapmaya çalışırım. Gündelik dediğimi çok takip etmeyip kendi meraklısı olduğum şeylere zaman ayırmaya çalışıyorum çünkü kendi mesleğime de çok merakım var zaten onu da bir yanıyla çok zevkle okuduğum için, benim sıkıntım zamanla ilgili daha çok, bir de bildiklerimi aktarmaya da çok merakım var o zaman, zaman kalmıyor fazla.. 

Aslı Ceren Bozyiğit: Peki, hocam mesela dramaya kesinlikle ilgilenmesi gerekir mi bir PDR ya da psikoloji mezununun? “Bir PDR’ci ya da psikolog meslek hayatına başladığında bence bu alan onun mesleğinde ilerletmesine çok yarayacak” diyebileceğimiz bir şey var mı?

Mehmet Hakan Türkçapar: Şöyle, bence belli bir tür psikoterapide eğitim alması iyi olur. Çünkü psikolojik danışma yapılıyor. Şimdi psikoterapi dediğimizde ruh sağlığı alanındaki bütün disiplinlerdeki insanların bir mezuniyet sonrası edinebilecekleri bir üst beceri diye bakıyorum ben buna. Psikolojik danışmanların da belli bir alanda psikoterapi okumaları pratikleri eğitimleri almaları bence yerinde olur. Hani zaten öbür kısmı söyledik, o psikopatoloji ile ilgili biraz daha bilgi edinmek iyi olur. Psikodramaya ben bir yıl gittim ama çok terapide de kullanmadım çok da anlamlı bulmadım. Çünkü zaten insanlarla özel bir drama kurmaya gerek yok, insanlar zaten dramayı kendileri yaşıyor diyeyim.. Grup psikoterapisinde de, mesela ben etkileşim grubunu daha çok sevdim ve yaptım. Yani o insanı zaten kendisiyken de yeterince görüyoruz. Yani özel bir mizansene çok gerek duyulmuyor diye düşünüyorum. Dramayı söylediğin için cevapladım. 

Aslı Ceren Bozyiğit: Evet evet, bunu da şeyden dolayı söyledim, hocam. Hani çok fazla lisans hayatında var ya ben kesinlikle drama almalıyım drama almazsam meslekte iyi olamayacağımı düşünüyorum diye düşünenler oluyor. Ya da işte drama yaptığım görüşmeler de grup terapisinde ya da normal görüşmelerde çok kar sağlayacaktır diye düşünüyorlar. Bundan dolayı sormuştum. Şu an bir akım gibi bir şey var, dramayla ilgili. 

Mehmet Hakan Türkçapar: Ben bilmiyordum. Çünkü ben psikiyatri asistanı olduğumda, yani 1990, 30 sene önce de öyle bir akım vardı psikodramada, Ankara’da özellikle. Yani tabii ki faydası olur öğrenilsin, ama böyle olmazsa olmaz gibi görülmemeli. 

Aslı Ceren Bozyiğit: Bunun yerine edebiyat, şiir tarzı şeylerin daha iyi olabileceği… Teşekkür ediyorum, hocam. 

7) Beni etkileyen ‘mutluluk kendi başına bir hedef değil, hedeflerimize uygun davrandığımızda ve onlara yaklaştığımızda kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuçtur’ cümlenizden de hareketle hedeflerimize uygun nasıl davranabiliriz, önerileriniz nelerdir?

Mehmet Hakan Türkçapar: Şimdi, mesela bizim hangi yemeğin hoşumuza gittiğini anlamamız için sahip olduğumuz araç nedir? Hani şu yemek benim hoşuma gitti diyoruz ya, bunu ne aracılığıyla anlıyoruz?

Aslı: Tat alma

Mehmet Hakan Türkçapar: Tat duyusu olmazsa böyle bir değerlendirme yapabilir miyiz? Hani şu hoşuma gidiyor, gitmiyor, bilemeyiz. Şimdi aynı şekilde hayattaki değer ve ideallerimiz, daha doğrusu neyi istiyoruz neyi istemiyoruz bunu da duygularımız bize gösterir. Şimdi problem şu oluyor genelde ruhsal bir rahatsızlık olduğunda insanlar o duygunun daha çok istemedikleri şeylerle ilgili kısmına odaklanıyorlar. İşte panik bozukluğu olan birisi panik atak geçirmek istemiyorum, ölmek istemiyorum. Buna odaklandığında da işin içinden çıkamazsın. Onun yerine ‘ne istiyorum’’ kısmını birazcık ortaya koyması gerek. Ne istiyorum? ‘sağlıklı olmak ve yaşamak istiyorum’. İşte o isteğinizi fark ettikten sonra önünüzde bir alan açılır. Peki, sağlıklı olmak ve yaşamak adına ben ne yapabilirim? Çünkü hastalanmayı ya da ölmeyi ben kontrol edemem o, hiçbir insanın tamamıyla kontrol edemeyeceği bir şey. Hepimiz hastalanacağız, hepimiz öleceğiz eninde sonunda, ama ben neyi kontrol edebilirim? Sağlıklı yaşamaya dönük davranmayı ve iyi yaşama dönük davranmayı kontrol edebilirim. Bunları yaptığımızda da o mutluluk denilen şey gelir. Yani o mutluluk, iyi bir mutluluktur. Mutluluğun çeşitli türleri var. Bir yemek yersiniz mutlu olursunuz. Bu hazza dönük mutluluk ve en kısa sürenidir. İkinci tür son yıllarda çok üzerinde durulan ‘anda olmak’. Hani işte hem bir müziği dinlerken, bir filmi seyrederken, işinizi yaparken yaşadığınız mutluluk, bu akış. Anda olarak mutlu olmak orta düzeyde hazdır. En kalıcısı ise insanın hayattaki değer ve ideallerine dönük davranışlarıyla ortaya çıkan mutluluktur. İşte iyi bir baba olmak, iyi bir hoca olmak, iyi bir doktor olmak, iyi bir insan olmak, iyi bir vatandaş olmak, iyi bir evlat olmak… Hani inanıyorsanız… anlatabiliyor muyum? En kalıcı mutluluk türü budur. Benim orada kastettiğim şey de o. Kitabın adında da o ‘Fark Et’ dediğim aslında ‘Fark Et, Düşün, Hisset, Yaşa’ tam onu anlatıyor. Fark etmek kısmı bizim duygusal anlamda da ruhsal anlamda da sahip olduğumuz şeyler var onların farkında olmak. Düşünme, zaten bütün diğer fonksiyonlarımızda aslında bizi insan yapan anlamda bir özelliğimiz. Duygu zaten o bize yolumuzu gösterecek.. ve tabi ki ‘Davran’ yani ‘yaşa’ kısmı olmadıkça da bir anlamı yok.

8) Sizce ruh sağlığı ve eğitim alanları arasında bilimde ve sahada iş birliği içinde olmak gerekli midir? Yani bir öğretmenin bir doktorla, bir psikologla ve bir sosyologla birlikte çalışmasını önerir misiniz, yoksa gereksiz mi bulursunuz? 

Mehmet Hakan Türkçapar: Kesinlikle gerekli çünkü her biri farklı bir gözle bakar ve bir zenginlik katar o alana. Bu anlamda mesela bir doktor, psikolog efendim sosyolog, edebiyatçı, öğretmen, mühendis birlikte çalışması da önemli ama bizim bir de aracı insanlara, köprü insanlara ihtiyacımız var. Köprü insan nedir? Mesela mühendis ama aynı zamanda psikoloji alanında ya da nörobilim alanında yüksek lisans doktora yapmış birisi. Bunlara köprü kişi diyorum o ekibe inanılmaz zenginlik katar. Yani evet, mesleki dayanışma ama artı böyle köprü kişilere de ihtiyacımız var. Onun için de dediğim gibi yüksek lisans ve doktora programlarında o açıdan hep liberal davranıyoruz, açık davranıyoruz. 

9) M. Hakan Türkçapar yeniden üniversite sınavına girecek olsa hangi bölümü seçerdi? Neden?

Mehmet Hakan Türkçapar: Bir kere yine tıbbı seçerdim ama hani şuan ki bildiklerimi bilerek diyorsanız. Şu andaki her şeyi biliyorum ve geriye döndürülüyorum. Öyle mi soruyorsun? 

Aslı Ceren Bozyiğit: Evet, evet.

Mehmet Hakan Türkçapar: Çünkü ben yani işlerin başka türlü olacağına inanmadığım için yine doktor olurdum dedim. Ha ama şuan ki tecrübe ve bilgilerle olduğunda Tıp ya da Psikoloji’yi seçerdim. Yani ikisi de olabilirdi.

Aslı Ceren Bozyiğit: Peki farklı bir alan olsa? Hani psikolojinin de dışında bir alan olsaydı?

Mehmet Hakan Türkçapar: Antropolojiyi seçerdim.

Aslı Ceren Bozyiğit: Bunun sebebi ne hocam? 

Mehmet Hakan Türkçapar: İnsanla ilgili bir bilim seçerdim. Üçünde de dikkat ederseniz öyle. Yani saf böyle bir ne bileyim laboratuvar şeyi seçmezdim.

Aslı Ceren Bozyiğit: Mühendislik tarzı bölümler falan?

Mehmet Hakan Türkçapar: Sosyoloji seçebilirdim. Yani daha çok o tür. Sosyal bilimler, işte doğal bilimlerle sosyal bilimlerin ara kesiti gibi. Mühendislik güzel bir meslek, saygı duyuyorum. İki oğlum da benim birisi mühendislik bitirdi ve çalışıyor. Öbürü mühendislik okuyor. Ama zannetmiyorum yani.

Aslı Ceren Bozyiğit: Çok size göre bir alan değil gibi. Ben de aynı düşüncedeyim sizinle. Çok teşekkür ederiz hocam tekrardan. Bizi kırmayıp geldiniz. 

NOTLAR :

1) Bu çalışma 18.07.2020 tarihinde “www.edbatoplulugu.com” adresinde yayınlanmış olup 4410 okunma sayısına ulaşmıştır. “www.edbatoplulugu.com” sitesinin güncellenmesi kapsamında kapatılmasından dolayı içerikleri de bu siteye 14.07.2023 tarihinde taşınmıştır.

2) Yazının altındaki okunma sayacı 22.11.2023 tarihinde aktif edilmiştir. Burada belirtilen sayı (4410) ile okunma sayacındaki sayının (alttaki) toplamı yazının gerçek okunma sayısını vermektedir.

3) EDBA Topluluğu hem “www.edbatoplulugu.com” hem de “www.edbaacademy.com” sitesinin sahibidir. “www.edbatoplulugu.com” sitesi yerine yazılar artık eğitim ve yayın kuruluşumuz olan EDBA Akademi’nin resmî sitesi “www.edbaacademy.com”da yayınlanacaktır.

Okunma Sayısı: 22
Facebook
Pinterest
Twitter
LinkedIn

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir