Patrick Ness’in aynı adlı romanından uyarlanan film, kanser olan annesine çok bağlı olan Coner O’Malley’nin yaşadıklarını anlatmaktadır. Filmde; annesinin, durumunun ciddiyetini (ölüme yol açabilecek düzeyde) inkâr ettiği dönemde, Coner’ın duygu ve düşüncelerinin, sergilediği davranışların neler olduğunu görürüz. Film, üç hikâye ile Coner’ın yaşamını etkiler ve ona kendi hikâyesini yazdırır. Bu durumu bir film içinde dört film ya da film içinde hikâyeler zinciri olarak görebiliriz. Şöyle düşünüyorum ki: Coner’ın hikâyelerden çıkarıp hareketlerine yansıttıkları birçoğumuzda aynı etkiyi uyandırmayacak olsa da bu üç hikâyenin güzelliğini kendi hayatlarımıza bir yol gösterici olarak kullanabiliriz.
Film bir hikâye gibi başlar: “Birçok hikâye gibi, bir çocukla; bir çocuk olamayacak kadar büyük, adam olamayacak kadar küçük. Ve bir kâbus.” Filmin masalsı bir şekilde başlaması, bize masalın masumluğunun (çocuksuluğunun) altında birçok mesaj vermesini anımsatır. Bundan yarar sağlayacak şekilde filmi de gerçekliğin ve masalsılığın ortasına sürüklemektedir. Bu denge, masalsılığın neden olduğu yıpranmayı azaltmayı ve gerçekçiliğin ortaya koyduğunu dikkate almayı izleyenlere sağlayabilmektedir. Bu ve benzeri olaylar filmde ara ara tekrarlanmış ve yarattığı düşünceler belki de süregelmiştir. Filmde araştırmalara dayandırılabilecek ve insanların yararına olabilecek bilgiler ve beceriler olmasına sevinebiliriz. Ancak uyuyan ve isteği olmadan öpülen yani taciz edilen Pamuk Prenses, bir prens tarafından seçilmek için baloya giden ahali ve Külkedisi, zenginden alıp fakire verme ile hırsızlığı meşrulaştıran Robin Hood gibi hikâyelere ve ergenlik çağını aktarıp bir güç gösterisinin veya iyi olmaya çabalamanın kültüre uyan yaşantıların sonunda evlilik vaat edilen hikâyelere dikkat edilmelidir. Ağaç’da ikinci hikâyeyi anlatmadan önce şunu belirtir; “ hikâyeler vahşi yaratıklardır O’Malley, onları bırakırsan kim bilir nasıl zarar verirler.”
Ana karakter Coner O’Malley’nin okula hazırlanma, yemek yapma hatta ebeveynine bakma gibi sorumluluklar üstlendiğini görürüz. İçe dönük bir kişiliği olan Coner’a akran zorbalığı da yapılmaktadır. Zorbalığa karşılık verememesi de üstlendiği bütün sorumluluklarla birlikte duygu birikimine ve sinirini içine atmasına neden olmaktadır. Bu denli duygu birikiminin sonucunda ne olacağını tahmin edebilirsiniz. (Bir yıpranma, birikirse bir çıkış.)
Filmin sekizinci dakikasında, King Kong’u izlediği bölümde bir bilgi verilmektedir: “İnsanlar anlamadıkları şeyleri sevmez, korkuyorlar.” Bu düşünce Coner’ın, gördüğü kâbusları ifade etmekte ki çekincesini anlamlandırabilir. Filmde belirtildiği gibi annesini kaybettikten sonra yaşayacağı yalnızlığın boyutunun belirsizliği onu korkutmaktadır. Belki de dik durması gerektiğine inandığından kâbuslarını açıklamak onun güçlülüğüne zarar verecektir. (Ek 1’de gözlenebilir.) Oluşan bu belirsizlikleri, Coner’ın hayatını sorgularken göz önünde bulundurmamız gerekir.
Filmin on dokuzuncu dakikasında, bir anda fenalaşan annesinin kötü durumuyla yüzleşen Coner; üzüntü, endişe, kabullenememe diye algıladığım hareketler gösterir. Kâbusu o akşam da görmesinin ardından Ağaç çıkagelir. Coner, belki düşmanlarımdan kurtulmama yardım eder ümidiyle Ağaç’ı karşılarken Ağaç kendi hikâyesini anlatmakta kararlıdır. Coner sonunda kabul eder. Ağaç insanların ön yargılarını, kalıplarını ve masallardaki yazgısını gözler önüne seren bir hikâye anlatmaya başlar. ( hikâye ek 2’de verilmiştir.) Anlatılanlara çoğumuzun vereceği tepkileri veren Coner bazı şeylerle yüzleşecektir. Ağaç’ın kraliçeye ceza verdiğini düşünerek “Güzel, bunu hak etti.” der ancak hikâye daha bitmemiştir. “Kraliçeyi aldım ve çok uzaklara götürdüm.” Beklediğinin dışında ilerleyen hikâye sonunda Coner can alıcı soruyu sorar: “Anlamıyorum, buradaki iyi kim?” Ağaç “Her zaman bir iyi yoktur Coner O’Malley, her zaman bir kötü de yoktur çoğu ikisinin ortasındadır.” der. Belki de eski zaman filmlerinin yol açtığı, insanların ya iyi ya da kötü olduğu düşüncesi; televizyonla tanışan, kısıtlı filmler ve içerdiği bilgilerle haşır neşir olan, kitaplara uzaklaşan anne babalarımızın düşüncelerini etkilemiştir. Psikolojide bile kararsız kalınan, insanların iyi ya da kötüden gelme olayı, olgunlaşmış kişilerle özümsenip yanlış anlatılarak (bir gerçek gibi) belki de bir kurgusal son ya da bir virüs gibi yayılmıştır.
Anneannesinin yanında kalmak istemeyen Coner, ayrı yaşayan babasının yanında da kalıcı bir yerinin olamayacağını görür. Bu olaylara sinirlenen Coner, başta eve zarar vermeyecek şekilde öfkesini eşyalardan çıkarır ve bir katarsis yaşar. Sonrasında anneannesinin sevdiği saati kurcalayayım derken saatin kolu elinde kalır. O an evin içinde Ağaç belirir. İkinci hikâyenin vakti gelmiştir.
Açgözlü ve kaba bir şifacının, kızları için inançlarından bile vazgeçecek bir din adamıyla geçirdiği bir olay anlatılmaktadır. (Hikâye ek 3’te verilmiştir.) Coner hikâyenin sonlarına doğru bir anlamda kötü gözüken şifacıyı cezalandırmaya gittiklerini düşünür. Oysa gittikleri yer rahibin
evidir. Ağaç, inancından vazgeçebilen rahibi eleştirir ve cezalandırır. Hikâye ile birlikte inancın; iyileştirmeye, geleceğe olan etkisine dikkat çekilirken bu etkinin büyük olduğunu da direkt söylemiştir. Ama farklı bir şekilde inanca dikkat çekmek isterim. Coner ilk başta ceza verilecek kişinin şifacı olduğuna inanmaktadır. Peki neye göre? Kendi bakış açısına ve bunların doğruluğuna göre olabilir. Doğru nedir? Evet, doğrular… Bunlar; aslında içinde bulunduğumuz topluma, dinimize, bilime yani çevremizin bizim üzerimizdeki etkilerine göre şekillenir. Bunların arasından seçeceğimiz şeylerin doğruluğuna inanırız. Geleceğimizi ve umudumuzu inançlarımız, doğru bulduklarımız, algılayabildiklerimiz etkiler. O yüzden Ağaç’ın da söylediği gibi: “Kime ve neye inanacağına çok dikkat etmelisin.”
Filmde, konuşmanın ardından rahibin evini yıkarlarken bir yandan gerçek hayattaki duygularını da bu olaya aktarır. Gerçek yaşama döndüklerinde odayı darmadağın ettiğini görür. Boşalan duygularının ardından Coner’ı; suçluluk duygusu, anneannesini verebileceği tepkiler için korku ve o an onarılamayacakların yarattığı çaresizlik kaplamıştır. Aslında hikâye bir öfke patlamasıyla gerçek hayata bağlanmıştır. Ardından çıkagelen anneannesinin odayı gördüğündeki duygu karmaşası, yüzünden okunur ve Coner’ın çaresizlik içindeki seslenişlerini duymaz. Dolabı köşesinden tuttuğu gibi yere çarpar. Burada film yönlendirmeyle birlikte yaşanan katarsisi yoğunlukla kullanmıştır. Belki de izleyen kişilerin “Anneannesi Coner’a zarar vermemek için dolaptan öfkesini çıkardığı ya da Coner dağıtmasaydı belki de psikolojisi bozulacaktı, kendine zarar verecekti.” gibi tartışmalar veya iç konuşmalar yapmasına yol açmış olabilir. Bana göre doğrudur ki bir miktar dizginlenerek yapılan yönlendirme ve katarsis, hayatımızda yaşanabilecek kırgınlıkları azaltacaktır. Başka bir açıdan bakıldığında yıpratıcı duyguları yatıştırabildiğimizden “Nasılsa kimseye zarar vermiyorum.” diye hareketlerimizi yeterince düşünmeyip tekrarlayabiliriz. Bu bir ilaç gibi düşünülebilir. İlaç var diye kendimizi ve davranışlarımızı göz ardı etmeyiz ya da etmemeliyiz.
Gelelim 3. hikâyeye. Bu bölüme; akran zorbalığına karşı tepkilerin, Ağaç tarafından seslendirilip hikâyeleştirilmesi de diyebiliriz. (Olay ek 4’te verilmiştir.) Coner’a görünmezsin denilmesinin ardından yaşadığı öfke patlaması, çoğu zaman zorbalığa uğradığı akranını hastanelik etmesine yol açmıştır. Ardından okul müdürüne gittiğinde “Farkedilmek istiyorsan en iyi yolu bu değil!” cevabını almıştır. Sınıfa girdiğinde ise arkadaşları ona anlam veremez ve uzaklaşırcasına bakarlar. (Farklı anlamlar çıkarılabilir.) Bu hikâye başta yarım kalır. Sonradan ağaç şunu söyler: “Görünmez biri, görünerek nasıl daha yalnız kalabilir?” Sonuç olarak yaşadığımız
olaylar bazı duygulara yol açar: öfke, sevinç, kırgınlık vb. bir sürü duygu… Belki birkaç tanesini aynı anda hissedebiliriz. Bu hikâyeden çıkarılabileceğini düşündüğüm şey üniversite hocamın bana aktardığı gibi “Yaşanmayan duygular kendini yaşatır.” öğretisidir. Bu yüzden duygular; etrafımıza, kendimize onarılamayacak hasarlar vermemek için biriktirilmeden yaşanmalı ve dışa vurulmalıdır.
Canavarın sonlara doğru söylediği “Asıl önemli olan ne yaptığımızdır.” sözü kimilerince doğru olmayabilir. Ancak dikkat edersek ilk iki hikâye; düşüncelerimize, iyiye ve kötüye, inanca vurgu yapar. Üçüncü hikâye ise daha çok duygularla bağlantılıdır. Diğer bölümlerde de gördüğümüz duygularla birlikte özellikle bu öfke çok belirgindir. Coner’ın ise hissettikleri ve öğrendikleri karşısında bir şeyi kalmıştır: “Yapmak” (Coner’ın hikâyesi yani 4. hikâye ek 5’te verilmiştir). İfade etmezse biliyoruz ki bu durum kendisine, fizikselliğine zarar verecektir. Bu filmde her olayda var olan fiziksellik, duygu, düşünce ve davranış ayırt edici bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Bunlara dikkat etmenin ardından hayatınızı çözümleyeceğiniz tarz, odak ise size kalmıştır.
İnceleme Yazarı :
Psikolojik Danışman Adayı
Burak GÜLMEZ
Bu yazı benim ilk film analizimdir. Verdiğiniz zaman ve gösterdiğiniz duyarlılık için teşekkür ederim.
EKLER
Ek 1
Resim çizdiği akşamlardan birinde, bahçelerinin arka tarafındaki porsuk ağacı canlanır; bir insan bedenine benzeyen dallarıyla Coner’ın evinin yakınlarına gelir. “Seni almaya geldim.” diyerek pencereden içeri bakar. Sesten kulaklarını tıkayan Coner’a “neden kaçmıyorsun O’Malley, neden annene koşmuyorsun?” der. Coner ciddi bir bakışın ardından kapısını sert bir şekilde içeriden kapatır ve “Onu rahat bırak, senden korkmuyorum tamam mı!” diye çıkışır. Ağaç, odasına elini daldırdığı gibi Coner’ı avucunun içine alır. Coner’a tekrar geleceğini söyleyen canavar: “3 hikâye anlatacağım ve hikâyelerim bittiğinde bana 4. hikâyeyi anlatacaksın.” der.
Coner hikâye bilmediğini söylediğinde ise tekrar ederek “Bana 4.yü anlatacaksın ve gerçekleşecek.” diye çıkışır. “Bana sakladığın o kâbusunu anlatacaksın.” diyerek zıt yanıtlarla birlikte kavga edercesine konuşurlar.
Ek 2
Ağaç “Burası daha önceden bir krallıktı. Halkı refah içinde oturan bir krallık ama barışının ise bedeli olan bir krallık. Kral üç oğlunu da devler, ejderhalar ve güçlü büyücülerin yönettiği ordularla savaşta kaybeder.” Coner’ın “Bayağı bir masal gibi geliyor.” demesinin ardından Canavar masal ile gerçek arasındaki dengeyi kurmaya yardımcı olacak şekilde “Mızrakla can veren adamın çığlığını duysan böyle demezdin.” der.
“Kraliçe 3 oğlunun ölümüne dayanamaz ve kralı çaresizlik içinde tahtın tek varisi olan yetim torunuyla yalnız bırakır.” (Kuleden atlayarak intihar eder.) Çocuk; prens gibi büyümüş, yiğitliği ve iyiliğiyle krallığın gönlünü fethetmiş, halkı onu çok sevmiş. Büyükbabası (Kral) yeni bir eş aldığında neredeyse büyümüştü. Kral hastalanmış ve kadının kötü bir cadı olduğuna dair söylentiler yayılmıştı. Bu kadın kralı zehirleyerek tahtı kendine almakta kararlıymış. (Söylentiye göre denilmek istenmiş.) Birkaç hafta sonra kral ölmüş. Prens kralın yerini almak için henüz çok gençmiş. Bu yüzden kanunlara göre tahta bir yıl için kraliçe geçmiş. Bu arada prens gönlünü bir kıza kaptırmış. Çok güzel ve zeki bir kızmış. Sadece bir çiftçinin kızı olmasına rağmen krallık bu ilişkiyi onaylamış. Ancak kraliçe, kraliçe kalmaktan memnunmuş ve kraliçe kalmanın en iyi yolu da prensle evlenmesiymiş.”
Dediği anda Coner fikrini belli eder: “Bu çok iğrenç. O, onun büyükannesi.”
Ağaç: “Üvey büyükannesi ve kendisi genç ve güzel bir kadın unutma.” der.
“Ama prens bu fikri hiç beğenmemiş. Köylü kızını alıp atla bir gece yarısı uzaklaşmışlar. Bir porsuk ağacı altında dinlenmek için durmuşlar. Burada Coner’ın da çıkışıyla (Bu sensin) Coner’la gerçek bir iletişime geçen Ağaç’ın gerçekçiliği masala aktarılır. Ertesi sabah prens uyanmış ve sevgilisine “Kalk hadi sevgilim.” demiş ama çiftçinin kızı kımıldamamış. O sırada prens kanı farketmiş. Gece biri gelip sevgilisini öldürmüş. “Kraliçe!” diye haykırmış. “Kraliçe gelinimi öldürdü.” Köylüler nefret ve intikam duygusuyla bu suça karşı ayaklanmış. “İşte o zaman ben geldim. Kraliçe bir daha görünmemiş.”
Ağaç’ın kraliçeye ceza verdiğini düşünen Coner “Güzel bunu hak etti.” der ancak hikâye daha bitmemiştir. “Kraliçeyi aldım ve çok uzaklara götürdüm.” Bunula birlikte ağaç hikâyedeki kendi rolünü anlatırken Coner’ı avucunun içinden çıkarıp evin çatısına koyar, karşılıklı olarak neler yaptığını anlatmaya başlar. Tam da bu anda fiziksel gerçekliğe geri dönüş yaşanmasıyla masaldan biraz çıkılarak daha fazla dikkate alınması güzel, ince bir ayrıntıyla sağlanmıştır.
Ağaç “Böylece kasaba halkı onu bir daha bulamayacaktı, deniz kenarındaki bir köyde yeni yaşamına başladı.”.
Coner: “Ama çiftçinin kızını öldürdü. Nasıl bir katili kurtarırsın? Gerçekten canavarsın.” der.
Ağaç “Çiftçinin kızını öldürdüğünü hiç söylemedim. Sadece prensin öyle söylediğini söyledim. Prens o gece hiç uyuyamamış, çiftçi kızın rüyalara dalmasını beklemiş ve sonra asıl planına başlamış.” derken sahnede bir hançer aşağı doğru iner. “Kızın ölümünün kraliçeyi yakıp kül edecek bir yangın başlatacağını biliyormuş.”
Coner: “Bu berbat hikâye ve çok yanlış.”
Ağaç: “Gerçek bir hikâye! Gerçekte bir çok şey yanlış gelebilir, krallıklar hak ettiği prensine kavuşur, çiftçi kızları yok yere ölür ve bazen cadılar kurtarılmayı hakkedebilir.”
Coner: “Yani iyi prens bir katilmiş, kötü kraliçe cadı değilmiş.” Öyle mi?
Ağaç: “Hayır kraliçe kesinlikle bir cadıydı ve belki de büyük bir kötülük yapmak üzereydi kim bilebilir.”
Coner: “O zaman neden kurtardın?”
Ağaç: “Çünkü kraliçe bir katil değildi. Kralı zehirlememişti. O sadece çok yaşlanmıştı.” Coner: “Prens yakalandı mı?”
Ağaç: “Hayır, çok sevilen bir kral oldu; uzun yaşamının sonuna dek mutlulukla ülkesine hükmetti”
Ek 3
“150 yıl önce gelecek geldi. Fabrikalar mantar gibi bitmeye başladı. Ağaçlar kesildi; nehirler karardı ve gökyüzü dumana, küle boğuldu ama nereye bakacağını biliyorsan hâlâ yeşil vardı. Bu kasabanın sınırında değişmeyi reddeden inatçı biri yaşıyordu. Tıbbın eski yöntemlerini kullanır; şifalı otlar, ağaç kabukları ve yapraklarla ilaçlar hazırlardı. Köylünün ona verdiği isim şifacıydı. Köyde genç bir rahip de vardı: ilgili, kibar bir adam ve sadece cemaatinin iyiliğini isteyen biriydi. Cemaatine, şifacının eski yöntemleri kullanmasına karşı çıkan vaazlar verirdi. Ve şifacının kötü huyları, açgözlülüğü kimilerince ilgiyle dinlenmişti. Her ne kadar halka yardım etmeye çalışsa da işi battı. Ve bu onu daha sert bir insan yaptı. Kilise bahçesinde de bir porsuk ağacı yaşardı.”
Coner: “Burası yaşadığın tepe.”
Ağaç: “Tüm şifalı ağaçlar içinde en önemlisi porsuk ağacıymış.” Coner: “Neden?”
Ağaç: “Meyveleri, kabuğu, içleri hayatla dolup taşarmış; hemen her hastalığı tedavi edebilirmiş.”
Coner: “Gerçekten mi? Her şeyi mi?”
“Tedavi edilebilen her şeyi, eğer doğru şifacı tarafından hazırlanırsa… Şifacı bu porsuk ağacını çok istiyormuş ama bu şeyleri alabilmesi için ağacı kesmesi gerekecekmiş ve rahip buna izin vermemiş. Rahip, hayatını aydınlatan iki kıza sahipti. İlgili sevgi dolu bir babaydı. Onlar için her şeyi yapardı. Ama bir gün iki kızı da melun bir hastalığa yakalandı. Ve rahibin yapabilecek hiçbir şeyi yoktu. Ne modern doktorlar çare olmuş ne de dualar, hiçbir şey… Şifacıya başvurmaktan başka çare kalmamış. “Kızıma yardım eder misin?” diye yalvarmış. “İki masum kızı kurtarır mısın?” “Neden kurtarayım?” demiş şifacı. “Verdiğin vaazlar işimi bozdu. Ve en iyi iyileştirme kaynağım olan porsuk ağacını vermeyi reddettin.” “Porsuk ağacını alabilirsin.” demiş rahip. “Vaazlarımda iyiliğinden bahsederim; kızlarımı kurtarırsan istediğin her şeyi yaparım.” “İnandığın her şeyden vaz mı geçeceksin?” demiş şifacı. “Onlar kurtulacaksa her şeyden vazgeçerim.” “O zaman sana yardım edemem.” demiş. Ve ertesi gün rahibin iki kızı da ölmüş. O gece yürümeye başladım.”
Coner: “Güzel, her türlü cezayı hak ediyor.”
Ağaç: “Kesinlikle, gece yarısından hemen sonra rahibin evinin temeline kadar parçaladım. Coner bir an peşinden yürümeyi bırakarak: “Rahibin evini mi? Neden bahsediyorsun sen?
Asıl kötü olan şifacı.”
Ağaç: “Açgözlü ve kabaydı ama yine de şifacıydı. Peki ya rahip? O neydi?
İnancı olmayan bir din adamı… İyileşmenin yarısı inançtır. İyileşmeye olan inanç, bekleyen geleceğe olan inanç… İnancın değerlidir. Bu yüzden kime ve neye inanacağına çok dikkat etmelisin. Söyle Coner O’Malley, şimdi neyi yok etmeliyim?”
Hikâye ile bağlantılı olarak Coner’ın annesini ziyareti de eklenebilir. Hastanede muhabbet ederlerken annesi iyileşme sürecinde farklı bir ilaç kullanılacağını ve çok etkili olacağını söyler. Sonrasında Coner’ın “Emin misin?” sorusuna “Söylediğim her şeye inanıyorum.” şeklinde cevap verir. Coner doğrularak: “İyileşmenin yarısı inanmaktır, iyileşmeye inan, seni bekleyen geleceğe inan.” der.
Ek 4
Akran zorbalığında “bakarak rahatsız etme” okulun yemekhanesinde de devam eder. Sonrasında akranı Coner’ın yanına gelerek resim defterine içecek döker. Şu sözleri sarf eder: “Sanırım sonunda seni çözdüm. Bunca zamandır tek aradığın seni pataklayacak biriymiş. Bunu biliyor musun? Artık o kişi değilim.” Elini sıkar: “Hoşça kal O’Malley, artık görüşmeyeceğiz. Artık benim için de görünmezsin. Umarım annen iyileşir.” demesiyle Coner’ın can damarına basmıştır. Coner elindeki defteri sandalyenin üzerine çarpar. Nefes nefeseyken sahnenin bakış açısında saat belirir. Saat, Ağaç’ın her zaman geldiği 12.07 olmak üzeredir. Arkasında beliren Ağaç Coner’ın duygularına tercüman bir şekilde destek olur gibidir.
Coner: “Nerde kaldın?”
Ağaç: “3. hikâyenin vakti. Bir zamanlar görünmez bir adam varmış ve artık görünmemekten bıkmış. Aslında gerçekten görünmez değilmiş.” derken ikisi de yumruğunu sıkar. Devam eder: “Sadece insanlar onu görmezden gelmeye alışmış. Bir gün görünmez adam artık buna katlanamamış. Merak ediyormuş: “Kimse seni görmüyorsa, gerçekten orda mısın?”
Coner: “Görünmez adam ne yapmış?”
Ağaç: “O da canavarı çağırmış.” demesiyle Coner bağırarak Ağaç’ın da vücudundaki kırmızılar (Turuncu olabilir.) belirerek öfkelerini yansıtıp ileri doğru atılırlar. Filmde kavga sahnesi hemen gösterilmez. Coner’ın sonrasında geçtiği müdürün odasında film devam eder. Sataşan kişiyi hastanelik ettiği söylenir ve diğer öfke patlamaları gibi bunu kendisinin yaptığını kabul etmez. Kavga sahnesi belirerek “Görünmez değilim!” diyen Coner’ın attığı yumruklar gözükür.
Ek 5
Coner hastanede annesini ziyaret eder. Tedavinin işe yaramadığını öğrenir. Annesiyle üzüntüsünü paylaşır ama annesine göre daha fazla güçlü ve dik durmaya çalışır.
“Kızmanı anlıyorum Coner, gerçekten, ben de gerçeği söylediğim için çok kızgınım. Ama Coner, Coner dinliyor musun? Bir gün geriye bakıp çok kızgın olduğun için kötü hissedersen -benimle bile konuşmayacak kadar- bilmelisin ki sorun değil. Biliyordum. Bana söylemek istediğin her şeyi biliyorum. Sesli söylemene bile gerek yok. Ve bir şeyleri kırmak istersen, kır onları lütfen. İyice parçala, orada olacağım Coner. Keşke yüzyılım olsaydı… Sana verebileceğim yüzyılım…”
Coner koşa koşa arka bahçelerindeki porsuk ağacının yanına gider. “Uyan, saat kaç umrumda değil! Yalan söyledin, uyan, uyan!..”
Ağaç ani bir şekilde ayağa kalkar ve “Devam edersen kendine zarar vereceksin.” der.
Coner: “İşe yaramadı, porsuk ağacı iyileştirecek dedin ama iyileştirmedi! Onu iyileştir, düzelt onu!” Ayağından Coner için büyük, Ağaç için küçük bir dal koparır.
Ağaç: “Coner, beni sen çağırdın Coner O Mailey!”
Coner: “Seni çağırdıysam onu kurtarmak içindi, onu iyileştirmek için.” Ağaç: “Onu iyileştirmeye gelmedim, seni iyileştirmeye geldim.”
Coner: “Beni mi? İyileşmesi gereken ben miyim? Sana daha kaç kere söylemeliyim ha! Asıl annemin buna…” sözünü yutar gibi duraksadı ve sesinin çıktığı kadar bağırdı. Arkasını dönüp dizlerinin üstüne çöktü, ardından ellerini yere koyarak ağlamaya başladı: “Yardım et!”
Ağaç: “Şimdi 4. hikâyenin vakti.”
Coner: “Hayır! Hayır, lütfen götür beni buradan.” Ağaç: “Bu kâbusun zamanı.”
Coner: “Annemin yanına dönmeliyim.” Ağaç: “O zaten burada.”
Coner’ın kâbusu, yer yarılıp annesi içine düşerken annesini bir süre tutup daha fazla dayanamamasıdır. Şu anda ise annesi arkasındadır. Ve tam da kâbusunda yerin yarılacağı yerde. “Hayır anne çekil oradan!”
Annesi: “Ben iyiyim tatlım, sorun yok, endişelenecek bir şey yok.”
Coner: “Hayır anne kaç! Lütfen kaç!” derken kilise yıkılır. Kilisenin duvarları yıkıldığı gibi yere koca bir delik açılır. Çevresindeki topraklar çatlayarak, annesiyle birlikte içine düşerken annesini son anda elinden tutar. “Anne!”
Annesi ise “Sakın bırakma! Coner, Coner… Lütfen beni bırakma!”
O sıra Ağaç arkadan dik bir şekilde, sakince yürüyerek gelir.
Ağaç: “İşte senin hikâyen, işte Coner O Mailey’nin gerçeği, işte senin kâbusun.”
Annesi: “Coner kayıyorum!”
Coner: “Anne hayır! Anne! Anne!..” derken annesi ellerinden kayar. Ortalığı sessizlik kaplar. “İşte burada uyanıyorum. Her sabah burada uyanıyorum.”
Ağaç: “ Hikâye daha anlatılmadı.”
Coner: “Çıkar beni buradan, annemi görmeliyim, hemen!” Ağaç: “O artık burada değil Coner.”
Coner: “Aşağı düştü, daha fazla tutamadım.”
Ağaç burada üzerine gelir, yeri sarsar ve Coner sendeler. “Coner gerçeği söyle.”
Coner: “Hayır!”
Ağaç: “Gerçeği söylemezsen buradan asla gidemezsin.” Coner: “Ne gerçeği? Neden bahsettiğini bilmiyorum bile.”
Ağaç yeri sarsarak : “Gerçeği söylemezsen buradan asla gidemezsin.”
Coner: “Ne gerçeği? Neden bahsettiğini bilmiyorum bile.”
Yeri ara ara sarsar: “4. hikâyeyi anlatmalısın Coner O’Malley, çok geç olmadan bana kâbusunu anlatmalısın.”
Coner: “Hayır!”
Ağaç: “Evet! Anlat Coner, gerçeği anlat.” Coner: “Anlatırsam beni öldürür.”
Ağaç: “Anlatmazsan da öldürecek.” der ve Coner’ın yanına sıkı bir yumruk indirir, üzerinde durduğu toprak parçası çukura doğru biraz daha eğilir. “Anlat, gerçeği anlat!” Kavga edercesine tekrarlarlar. Anlatmadıkça etrafındaki toprağı biraz daha söker.
Coner: “Bitmesini istiyorum!” der. Ağaç duraksar. Coner: “Gideceğini bilmeye dayanamıyorum, bitmesini istiyorum, onu düşürdüm, ölmesine izin verdim.” Coner arkasındaki büyük boşluğa kendini usulca bırakır. Ağaç düşerken onu tutar ve yere koyar.
Ağaç: “Çok cesurcaydı Coner, sonunda söyledin.”
Coner: “Beni neden öldürmedin? Cezayı hak ediyorum, hem de en kötüsünü.” Ağaç: “Öyle mi?”
Coner: “Başından beri kurtulamayacağını biliyordum, sürekli bana iyileşeceğini söylüyordu. Çünkü duymak istediğim buydu ve ona inandım. Ama inanmadım. Bitmesini ne kadar çok istediğimi farketmeye başladım. Ne kadar yalnız hissedeceğime dayanamıyordum.”
Ağaç: “ Bir yanın bitmesini istedi. Bu onu kaybetmek demek olsa bile.” Coner: “Onu bıraktım, daha fazla tutabilirdim, onu hep bırakıyorum.”
Ağaç: “Ve bu senin gerçeğin Coner O’Malley.”
Coner: “Ama olmasını istemiyorum. Asıl gerçek bu. Ve şimdi benim yüzümden ölecek.”
Ağaç: “İşte bu kesinlikle bir gerçek değil, sadece acının bitmesini istiyorsun, kendi acının…
Bu en insani dileklerdendir.” Coner: “Ama bunu istemedim.”
Ağaç: “İstedin ama ayrıca istemedin de.”
Coner: “İkisi de nasıl doğru olur?” Coner başını Ağaç’a yaslar.
Ağaç: “Bir prens nasıl hem katil hem halkının sevgilisi olabilir? Bir şifacı nasıl hem kötülük dolu hem de doğru inançlı olabilir? Görünmez biri görünerek nasıl daha yalnız kalabilir?” Konuşurlarken Ağaç Coner’ı avucuna alır ve açık bir şekilde tutarak kendine yaklaştırır, giderek daha samimi bir konuşmaya bürünür.
Coner: “Bilmiyorum, hikâyelerinden bir şey anlamadım.”
Ağaç: “Hıhıhı, çünkü insanlar, karmaşık yaratıklar; rahatlatıcı yalanlara inanırken acı verici gerçeklerin onları gerekli kıldığını biliyorsunuz. Sonuç olarak Coner ne düşündüğün önemli değil, asıl önemli olan ne yaptığındır.”
Coner: “Peki ne yapacağım?”
Ağaç: “Şimdi yaptığın şeyi, gerçeği söyleyeceksin.” Coner: “Hepsi bu mu?”
Ağaç: “Sence bu kolay mı? Söylemektense ölmeyi tercih ediyordun.” Coner: “Çok yoruldum, bunlardan çok yoruldum.”
Ağaç: “O zaman uyu, vakit var.”
Coner: “Emin misin? Annemi görmeliyim.” Ağaç: “Onu bu gece ikimiz de göreceğiz.” Coner: “Gelecek misin?”
Ağaç: “Evet, yürüyüşümün son adımları olacak.” Coner: “Dördüncü hikâye nasıl bitiyor?”
Ağaç: “Şşş uyu, uyu, uyu.”
Coner, yerinde olan ağacın dibinde uyur. Akşam endişeli bir şekilde anneannesi gelir. “Seni bulamayacağım diye aklımı kaçırıyordum.”
Coner: “Yapmam gereken bir şey vardı.”
Anneannesi: “Vakit yok hemen gitmeliyiz.” diyerek arabaya binip telaşla giderlerken tren geçidi kapanır ve durmak zorunda kalırlar.
Anneannesi: “Lanet olsun.”
Coner: “Büyükanne, özür dilerim. Oturma odası ve her şey için.”
Anneannesi: “Önemli değil. Önemli değil. Biliyorsun Coner sen ve ben o kadar da uyumlu değiliz değil mi?”
Coner: “Evet, sanırım.”
Anneannesi: “Bence de öyle. Ama öğrenmemiz gerekecek.” Coner: “Biliyorum.”
Anneannesi: “Biliyorsun değil mi? Tabi biliyorsun ama bir ortak noktamız var: annen. Ortak noktamız bu işte.” İkisi de birbirlerine içlerinden geçenleri söylemiştir ve birbirlerine sarılırlar. Sonrasında hastaneye gelip annesinin kaldığı odaya girerler. Sakin bir ortam vardır. Annesinin elini tutarken Ağaç’ın yanlarındaki masa lambasını kavramasıyla hafif bir ses duyan Coner onun da orada olduğunu fark eder. Ağaç’a doğru döner.
Ağaç: “İşte hikâyenin sonu.” Coner: “Korkuyorum.”
Ağaç: “Elbette korkuyorsun. Bu zor olacak, hatta zordan da öte ama bunu atlatacaksın Coner O’Malley.”
Coner: “Kalacak mısın yani?” Ağaç: “Hep burada olacağım.” Coner: “Ne yapmalıyım?”
Ağaç: “Şimdi geriye kalan tek şey, en basit gerçeği ona söylemen.” der ve ufak bir dokunuşla Coner’ın biraz öne çıkıp annesine yaklaşmasını sağlar, hadi konuş der gibi.
Mütevazı bir gülümseme ve bir damla gözyaşı ile: “Gitmeni istemiyorum.” Annesi: “Biliyorum aşkım.”
Ağlayıp sarılmaya yeltenerek tekrar eder: “Gitmeni istemiyorum.” Ve annesinin üzerinde masum bir uykuya dalarcasına gözünü kapayarak sarılır. En manidar kısmıyla annesinin Ağaç’ı görürcesine gözünü bir kere yavaşça kapayıp açmasıyla kadraj başucundaki saate doğru gider. Coner’ın sesiyle bir şey duyulur: “4. hikâye nasıl bitiyor?”
Ağaç: “Annesinin elini sıkıca tutan bir çocukla bitiyor ve bunu yaparak sonunda gitmesine izin verebilir.”
Ekran yavaşça kararır. Bundan sonrası ise bir incelik gibidir. Darmadağın edilen Coner’ı ve filmi izleyenleri öylece bırakmazlar. Saat 12.00 ve 07.00’yi gösterirken Coner büyükannesinin evine girer.
Büyükannesi Coner’a seslenir: “Burası artık senin odan, hazır hale getirdim.”
Coner: “Teşekkür ederim.”
Her zaman evinde kilitli olan odanın anahtarını vermiştir. Merdivenlerin yarısında duraksar ve büyükkannesine bakar. Büyükannesi: “Hadi!” der. Odayı açar ve içeri girer. Etrafa göz gezdirir. Masanın üstündeki resim defterinin sayfalarını çevirir. Başlardaki birkaç resimden sonra bir Kingkong, başka bir sayfada karanlık bir kraliçe, devamında ejderha ile savaşan biri, prens ve prenses, bir ağacın dibinde kan kaybeden kız ve başında bir prens, şifacı, din adamı vardır. Ardında ise küçük bir kız, aşağı doğru açılan sayfanın arkasında ayaklanan bir ağacın omuzundadır.
NOTLAR :
1) Bu çalışma 17.02.2019 tarihinde “www.edbatoplulugu.com” adresinde yayınlanmış olup 4908 okunma sayısına ulaşmıştır. “www.edbatoplulugu.com” sitesinin güncellenmesi kapsamında kapatılmasından dolayı içerikleri de bu siteye 14.07.2023 tarihinde taşınmıştır.
2) Yazının altındaki okunma sayacı 22.11.2023 tarihinde aktif edilmiştir. Burada belirtilen sayı (4908) ile okunma sayacındaki sayının (alttaki) toplamı yazının gerçek okunma sayısını vermektedir.
3) EDBA Topluluğu hem “www.edbatoplulugu.com” hem de “www.edbaacademy.com” sitesinin sahibidir. “www.edbatoplulugu.com” sitesi yerine yazılar artık eğitim ve yayın kuruluşumuz olan EDBA Akademi’nin resmî sitesi “www.edbaacademy.com”da yayınlanacaktır.